İkinci romanımın hazırlık
aşamasında işin teknik alt yapısını oluşturan bazı özel okumalara dalmam
gerekti. Konu “Bağımsızlık” olunca aslında bizim için ve bireysel tercihimiz
sorulmadan üzerimize yapıştırılan pekçok etiketten arınmayı hedefledim. Bu etiketlerin
bazıları bize takılan isimler veya fiziki görünüşümüze göre büyütüldüğümüz bir cinsiyetimiz,
başka dinleri kavrama olanağı bulamadan kabul ettiğimiz dinimiz, ait olduğumuz
ülke ve konuştuğumuz dil kadar pek çok çeşitlilik gösteriyordu. Aşağıdaki
yazımda ise sizinle özellikle cinsiyet, üreme ve seksin doğası konularını paylaşmak
istiyorum.
Bildiğiniz gibi kadınlarda
bulunan XX kromozomlarının (yumurtalık) ve erkeklerden gelen XY kromozomlarının
(sperm) döllenmeleri sonucunda dünyaya yeni bir insanoğlu geliyor. Bir erkek günde
150 milyon sperm üretirken yumurta üretimi ise kadınlarda ayda bir ve
çok daha düşük oranlarda gerçekleşmekte. Bu da beraberinde üreme adına basit
bir arz-talep ilişkisi yaratıyor. Seçme hakkı 20.000 yıldan beri her zaman dişide.
Darwin’in ele aldığı doğal seçim sürecinde ise zamanla algı ve seçim
öncelikleri değişime uğruyor. Ama sonuçta kadın kendisine uygun eşi seçmek için
hiç acele etmiyor. Diğer yandan erkekler ise uygun döllenmeyi
gerçekleştirebilmek adına amansız, Truva savaşlarındaki gibi destanlar
yazılacak kadar önemli bir rekabet ve savaş içerisine itiliyor. Amaç ise çok
basit; biyolojik olarak erkekteki Y kromozomu mümkün olduğunca daha çok nesile
ulaştırabilmek.
Ama neden?
Sorunun cevabı gene kadın ve
erkek genleri arasındaki bu insanlık kadar eski mücadelede yatıyor. Ortak baba
(bize Y kromozomu geçiren asıl atamız - bu baba tek kişi değil, farklı
coğrafyalarda farklı babaları işaret ediyor) kendi soyunu sadece erkek çocuklarla
yeni nesile geçirirken ortak anne, (X kromozomu - gene farklı coğrafyalarda
değişik anneler olabiliyor) kendi soyunun devamı için biyolojik olarak devamlı
kız çocuğu doğurmanın derdinde. Bu savaşı da zaman içerisinde annenin (X
kromozomla bize geçen asıl ve ilk genetik kodlar) kazandığı görülüyor.
Sebepleri içerisinde yapılan gen
araştırmalarında her zaman ana X’in yeni nesillerde ata Y’e oranla çoğalarak üstünlük
göstermesi. Y kromozomun zaman içerisinde boyut açısından küçülmesi. Gene Y
kromozomunun 1/3 oranında mutasyona uğrayarak işe yaramaz genlerle dolması. Son
olarak da işlev açısından 1940-1990 yılları arasında erkeklerde sperm
kalitesinin 16% oranında azalması. Yapılan tahminler ışığında ise her yeni
nesilde 0.1% küçülen Y kromozomu sonucunda 125.000 yıl sonra erkeklerin tamamiyle
yeryüzünden silinecek olması. (Her 5.000 nesilde Y kromozomu 1% oranında küçülüyor).
Acaba erkeklerin sonu mu geliyor?
XX ve XY korkunç bir içsel savaş
verse de insan ırkının devamı için Y kromozoma halen ihtiyaç olduğu gerçeği
ortadayken yeni keşfedilen XX kromozomlu ama fiziken erkek olan bireylerin
varlığı bu tezi çürütüyor. XX erkeklerin tek dezavantajı ise kısır olmaları. Genetik
kodlarında Y olmadığı için üreyemiyorlar. Belki de ürememeleri gerekiyor. Aynı
işçi arılarda olduğu gibi.
Konunun eşcinsellik boyutuna gelecek
olursak ana X kromozomları döllenme esnasında Y kromozomu ile ilk
karşılaştıklarında onu tanımlayamadıkları için bünyelerine kabul ediyorlar ama ikinci
ve sonraki döllenmelerde mDNA (Mitochondrial DNA) adında yeni bir antikor üreterek
Y’yi mümkün olduğunca yoketmeye çalışıyorlar. Yokedemediklerini de bastırma
eğilimindeler. mDNA çocuğa sadece anneden geçiyor, erkek çocukta bulunan XY
içerisindeki X’de gizleniyor, kız çocukta XX’den dolayı zaten mevcut. Erkeklik
fiziksel olarak çocuğa geçse de aynı zamanda çocuk eşcinsel olarak dünyaya gelerek
Y’nin soyunun devamı böylece engellenmiş oluyor. Biliyorsunuz teoride aslında
eşcinsel olmak üremeyi reddetmek demektir. Buna örnek ise eşcinsel bireylerde
yapılan araştırmalarda soyağaçlarında erkeklerden çok kadınların olması ve erkek
kardeşlerden genelde ikincisinin eşcinsel olması oranı 2,6% iken üçüncü erkek
kardeşte bu oranın 6%’ya kadar yükselmesi.
Gene eşcinsel bireylerin anne soyağacı tarafında eşcinsel akrabalarının olması
bunun başka bir işareti.
Kişide eşcinsellik evresi ise
daha anne karnında embriyonun beyni oluşurken ortaya çıkıyor. Ki beyin,
doğumdan sonra hormonlar dahil diğer salgıların da yer aldığı çok önemli bir
organ. Embriyonun oluşum sürecinde eşcinsellerdeki beynin BST bölgesi
(heteroseksüel bireylerde erkeklerde kadınlara oranla 2.5 kat daha büyüktür)
eşcinselliği seçiş tarzına göre (geyler ve lezbiyenler) ters yapılanma
gösteriyor. BST bölgesi (içerisinde testosteron ve östrojen gibi önemli seks
hormonu reseptörleri barındırıyor) aynı zamanda ufak, ceviz şeklinde Amygdala
adı verilen başka bir yapıya bağlı. Amygdala ise beynimizde sinirlerin ve duygu
alanlarının kesiştiği bir yol ağzında yer alıyor. Genetik uzmanlar bu konularda
halen araştırmalarına devam etse de gidilen noktayı az buçuk kestirebiliyoruz.
Doğa kendi içerisinde pek çok
memelide olduğu gibi insan ırkı üzerinde de bir denge kurmuşken işin aslında
genlerarası bariz bir üstünlük savaşı yaşanıyor. Amaç hep aynı; ırkın devamı.
Benim kişisel yaklaşımıma gelince, bu savaşta Y kromozomun kaybetmesinin sebebi
çok fazla mutasyona uğrayarak ve gelişemeyerek artık işlevini kaybediyor olması
ve doğal seçim kanununa göre kadın tarafından dışlanması. Soyunu devam
ettirecek, kaliteli bir gen olarak görülmemesi.
İnsanoğlunu, belki de yüzbinlerde
yıl sonra dünya üzerinde sadece kadınların hakim olduğu bir çağ bekliyor. XX
kromozomundan oluşan erkekler ise birer işçi arı görevi görecekler.
Çalışacaklar, belki gene savaşacaklar, sarhoş olup kavga edecekler ama
üreyemeyecekler. Üreme konusunda evrim geçirerek, gerekli zamanlarda (üreme
mevsiminde) cinsiyet değiştirebilen veya XX kromozomlu ama aynı zamanda
üreyebilen doğadaki diğer canlıların varlığı ise insan ırkının devamı için
bilim adamlarını umutlandırıyor.
Bizlerin, eşcinsellerin, ise
sanki bu döngü ve devinim içerisinde önceden safları çoktan belirlenmiş. İşçi
arı olmayı kabul ederek (veya öyle doğarak) evrime diğerlerinden önce ayak
uydurmuş oluyoruz. Ben buna bir adaptasyon diyorum, bir fark, öncelik, belki de
özellik gözüyle bakıyorum. Yukarıda bahsettiğim konular aynı zamanda
eşcinselliğin doğuştan olduğu gerçeğini de pekiştiriyor.
Kadınlar için zaten sorun yok ama
o zaman da aklıma şu sorular takılıyor;
Peki siz heretoseksüeller
erkekler, kaçıncı nesilde kazananın yanında yer alacaksınız?
Can Çavuşoğlu
www.cancavusoglu.info
“Adam’s Curse”, Bryan Sykes, W.W.Norton
& Company, Inc. 2004
“The Descent of Men”, Steve Jones, Time
Warner Books UK, 2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder