15 Ağustos 2012 Çarşamba

ERKEKLİK GENİ CİNSİYET SAVAŞINI KAYBEDİYOR

İkinci romanımın hazırlık aşamasında işin teknik alt yapısını oluşturan bazı özel okumalara dalmam gerekti. Konu “Bağımsızlık” olunca aslında bizim için ve bireysel tercihimiz sorulmadan üzerimize yapıştırılan pekçok etiketten arınmayı hedefledim. Bu etiketlerin bazıları bize takılan isimler veya fiziki görünüşümüze göre büyütüldüğümüz bir cinsiyetimiz, başka dinleri kavrama olanağı bulamadan kabul ettiğimiz dinimiz, ait olduğumuz ülke ve konuştuğumuz dil kadar pek çok çeşitlilik gösteriyordu. Aşağıdaki yazımda ise sizinle özellikle cinsiyet, üreme ve seksin doğası konularını paylaşmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi kadınlarda bulunan XX kromozomlarının (yumurtalık) ve erkeklerden gelen XY kromozomlarının (sperm) döllenmeleri sonucunda dünyaya yeni bir insanoğlu geliyor. Bir erkek günde 150 milyon sperm üretirken yumurta üretimi ise kadınlarda ayda bir ve çok daha düşük oranlarda gerçekleşmekte. Bu da beraberinde üreme adına basit bir arz-talep ilişkisi yaratıyor. Seçme hakkı 20.000 yıldan beri her zaman dişide. Darwin’in ele aldığı doğal seçim sürecinde ise zamanla algı ve seçim öncelikleri değişime uğruyor. Ama sonuçta kadın kendisine uygun eşi seçmek için hiç acele etmiyor. Diğer yandan erkekler ise uygun döllenmeyi gerçekleştirebilmek adına amansız, Truva savaşlarındaki gibi destanlar yazılacak kadar önemli bir rekabet ve savaş içerisine itiliyor. Amaç ise çok basit; biyolojik olarak erkekteki Y kromozomu mümkün olduğunca daha çok nesile ulaştırabilmek.

Ama neden?
Sorunun cevabı gene kadın ve erkek genleri arasındaki bu insanlık kadar eski mücadelede yatıyor. Ortak baba (bize Y kromozomu geçiren asıl atamız - bu baba tek kişi değil, farklı coğrafyalarda farklı babaları işaret ediyor) kendi soyunu sadece erkek çocuklarla yeni nesile geçirirken ortak anne, (X kromozomu - gene farklı coğrafyalarda değişik anneler olabiliyor) kendi soyunun devamı için biyolojik olarak devamlı kız çocuğu doğurmanın derdinde. Bu savaşı da zaman içerisinde annenin (X kromozomla bize geçen asıl ve ilk genetik kodlar) kazandığı görülüyor.

Sebepleri içerisinde yapılan gen araştırmalarında her zaman ana X’in yeni nesillerde ata Y’e oranla çoğalarak üstünlük göstermesi. Y kromozomun zaman içerisinde boyut açısından küçülmesi. Gene Y kromozomunun 1/3 oranında mutasyona uğrayarak işe yaramaz genlerle dolması. Son olarak da işlev açısından 1940-1990 yılları arasında erkeklerde sperm kalitesinin 16% oranında azalması. Yapılan tahminler ışığında ise her yeni nesilde 0.1% küçülen Y kromozomu sonucunda 125.000 yıl sonra erkeklerin tamamiyle yeryüzünden silinecek olması. (Her 5.000 nesilde Y kromozomu 1% oranında küçülüyor).
Acaba erkeklerin sonu mu geliyor?

XX ve XY korkunç bir içsel savaş verse de insan ırkının devamı için Y kromozoma halen ihtiyaç olduğu gerçeği ortadayken yeni keşfedilen XX kromozomlu ama fiziken erkek olan bireylerin varlığı bu tezi çürütüyor. XX erkeklerin tek dezavantajı ise kısır olmaları. Genetik kodlarında Y olmadığı için üreyemiyorlar. Belki de ürememeleri gerekiyor. Aynı işçi arılarda olduğu gibi.
Konunun eşcinsellik boyutuna gelecek olursak ana X kromozomları döllenme esnasında Y kromozomu ile ilk karşılaştıklarında onu tanımlayamadıkları için bünyelerine kabul ediyorlar ama ikinci ve sonraki döllenmelerde mDNA (Mitochondrial DNA) adında yeni bir antikor üreterek Y’yi mümkün olduğunca yoketmeye çalışıyorlar. Yokedemediklerini de bastırma eğilimindeler. mDNA çocuğa sadece anneden geçiyor, erkek çocukta bulunan XY içerisindeki X’de gizleniyor, kız çocukta XX’den dolayı zaten mevcut. Erkeklik fiziksel olarak çocuğa geçse de aynı zamanda çocuk eşcinsel olarak dünyaya gelerek Y’nin soyunun devamı böylece engellenmiş oluyor. Biliyorsunuz teoride aslında eşcinsel olmak üremeyi reddetmek demektir. Buna örnek ise eşcinsel bireylerde yapılan araştırmalarda soyağaçlarında erkeklerden çok kadınların olması ve erkek kardeşlerden genelde ikincisinin eşcinsel olması oranı 2,6% iken üçüncü erkek kardeşte bu oranın 6%’ya  kadar yükselmesi. Gene eşcinsel bireylerin anne soyağacı tarafında eşcinsel akrabalarının olması bunun başka bir işareti.

Kişide eşcinsellik evresi ise daha anne karnında embriyonun beyni oluşurken ortaya çıkıyor. Ki beyin, doğumdan sonra hormonlar dahil diğer salgıların da yer aldığı çok önemli bir organ. Embriyonun oluşum sürecinde eşcinsellerdeki beynin BST bölgesi (heteroseksüel bireylerde erkeklerde kadınlara oranla 2.5 kat daha büyüktür) eşcinselliği seçiş tarzına göre (geyler ve lezbiyenler) ters yapılanma gösteriyor. BST bölgesi (içerisinde testosteron ve östrojen gibi önemli seks hormonu reseptörleri barındırıyor) aynı zamanda ufak, ceviz şeklinde Amygdala adı verilen başka bir yapıya bağlı. Amygdala ise beynimizde sinirlerin ve duygu alanlarının kesiştiği bir yol ağzında yer alıyor. Genetik uzmanlar bu konularda halen araştırmalarına devam etse de gidilen noktayı az buçuk kestirebiliyoruz.
Doğa kendi içerisinde pek çok memelide olduğu gibi insan ırkı üzerinde de bir denge kurmuşken işin aslında genlerarası bariz bir üstünlük savaşı yaşanıyor. Amaç hep aynı; ırkın devamı. Benim kişisel yaklaşımıma gelince, bu savaşta Y kromozomun kaybetmesinin sebebi çok fazla mutasyona uğrayarak ve gelişemeyerek artık işlevini kaybediyor olması ve doğal seçim kanununa göre kadın tarafından dışlanması. Soyunu devam ettirecek, kaliteli bir gen olarak görülmemesi.

İnsanoğlunu, belki de yüzbinlerde yıl sonra dünya üzerinde sadece kadınların hakim olduğu bir çağ bekliyor. XX kromozomundan oluşan erkekler ise birer işçi arı görevi görecekler. Çalışacaklar, belki gene savaşacaklar, sarhoş olup kavga edecekler ama üreyemeyecekler. Üreme konusunda evrim geçirerek, gerekli zamanlarda (üreme mevsiminde) cinsiyet değiştirebilen veya XX kromozomlu ama aynı zamanda üreyebilen doğadaki diğer canlıların varlığı ise insan ırkının devamı için bilim adamlarını umutlandırıyor.
Bizlerin, eşcinsellerin, ise sanki bu döngü ve devinim içerisinde önceden safları çoktan belirlenmiş. İşçi arı olmayı kabul ederek (veya öyle doğarak) evrime diğerlerinden önce ayak uydurmuş oluyoruz. Ben buna bir adaptasyon diyorum, bir fark, öncelik, belki de özellik gözüyle bakıyorum. Yukarıda bahsettiğim konular aynı zamanda eşcinselliğin doğuştan olduğu gerçeğini de pekiştiriyor.
Kadınlar için zaten sorun yok ama o zaman da aklıma şu sorular takılıyor;
Peki siz heretoseksüeller erkekler, kaçıncı nesilde kazananın yanında yer alacaksınız?

Can Çavuşoğlu
www.cancavusoglu.info


Detaylı Okuma İçin:

“Adam’s Curse”, Bryan Sykes, W.W.Norton & Company, Inc. 2004
“The Descent of Men”, Steve Jones, Time Warner Books UK, 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder