29 Ekim 2012 Pazartesi

AMERİKA’YI SEÇİM HEYECANI SARDI

Amerika’daki başkanlık seçimlerine iki hafta kala heyecan dorukta. Demokratların ikinci dönem adayı Barack Odama ile Cumhuriyetçilerin adayı Mitt Romney’in televizyon karşısında, paçalarından adeta centilmenlik akan tartışmalarını duymuş, okumuş, izlemişsinizdir. Obama’nın zenginleri biraz daha vergilendirerek elde edeceği kazancı orta ve dar gelirlilere dağıtmaya yönelik politikaları mı yoksa Romney’in vergi oranlarını yeniden yapılandırmaya ve zenginleri rahatlatmaya yönelik vaatleri mi kazanacak? Hep beraber göreceğiz.

Tahmin edilen o ki seçim sonuçları, en çok bu vergilendirme teması üzerine şekillenecek. Zira Amerika’da oldukça farklı bir sistem uygulanıyor. Şirketler ilk olarak yılsonu elde ettikleri toplam gelirden vergilendiriliyor, sonrasında ise şirket sahipleri (bir kişi de olabilir) kendilerine düşen kar payından ikinci defa “kişisel gelir vergisi” adı altında vergi ödüyorlar (çifte vergilendirme).
Şimdi de size, iki aday arasında göze çarpan temel farklılıklardan bahsedeceğim;

Ekonomi
Obama: Bush yönetiminden günümüze yürürlükte olan ve yılda 250.000$/üstü gelir sahiplerine özel vergi indirimleri içeren uygulamayı değiştirmeyi planlıyor (gelir seviyesi yüksek olanların daha fazla vergilendirilmesi). Üretim sektöründe vergileri azaltarak üretimi arttırmayı hedefliyor. Üretim artışı, beraberinde yeni yatırımlar ve istihdam getireceği için işsizlik oranında bir azalma ön görüyor. Kısa vadede uygulanacak vergi indirimlerini ise cari açığı kapatmaya yönelik yeni vergiler bekliyor.

Romney: Bush vergi sistemini sabit tutarak yurtdışında gelir elde eden Amerikan firmalarına 25% oranında vergi kesintisi planlıyor (uygulamanın tartışılan kısmı, yatırım ve istihdamın ülke dışına kayması ve işsizliğe katkı sağlamayacak olması). Cari açığı azaltmak adına hükümet harcamalarında 5% oranında kesintiye gitmeyi düşünüyor (beraberinde işten çıkarmaların gerçekleşeceği hesaplanıyor).
Sağlık

Obama: 2010’da sağlık alanında yeni bir gözden geçirme tasarısına onay vermişti. Halk arasında “Obamacare” olarak adlandırılan bu uygulamayla sonradan ortaya çıkabilecek hastalıklar da özel sigortalar tarafından kapsam içine alınıyor, böylece tedavinin devamı sağlanıyor. Öncesinde sigortalar, yalnızca yaralanma, kanser ve benzeri durumları kapsıyordu ama sonradan ortaya çıkabilecek AIDS gibi hastalıklar poliçe kapsamında olmadığı için ödeme yapmama hakkına sahipti. Obama, aynı zamanda her bireyin sağlık sigortası sahibi olmasını hedefliyor, sigortasız olanları ise para cezaları bekliyor.
Romney: Federal hükümetin sigorta yasalarına karışmamasını, bunun yerine eyaletlerin kendilerine özel sigorta uygulamaları olması gerektiğini savunuyor. Aynı zamanda şirketler tarafından çalışanlara ödenen sigorta prim kesintilerinin de kaldırılmasını savunuyor (işçi istihdam eden tüm şirketleri rahatlatacak bir hamle ama tek kişilik işletmeleri, örneğin; esnafı etkilemeyecek bir durum).

Göçmenler
Obama: Ülke içindeki kaçak göçmenlerin hızla vatandaşlığa geçiş sürecine alınmasını savunurken özellikle İngilizce öğrenmelerini amaçlıyor (bütçede yeni bir harcama kalemi). Yasadışı işçi çalıştıranlara yönelik yüksek para cezaları ön görüyor. Meksika sınırında yer alan çitlerin güçlendirilmesiyle ilgili uygulamaları zaten yapmıştı.

Romney: Ülkede kullanılan dilin tekrar yalnızca İngilizce olmasını istiyor (şu anda tüm devlet kurumlarında ve pek çok büyük şirkette İngilizce ve İspanyolca olmak üzere iki dilde hizmet sunulmakta). Buna ek olarak, kaçak göçmenlerin derhal yakalanıp sınır dışı edilmesi gerektiğini savunuyor.
Irak

Obama: Irak’ın işgaline en baştan karşı çıkmasına rağmen Amerikan askeri varlığını İran ve Afganistan sınırına kaydırmıştı. Ayrıca yeni asker gönderilmesine ve askeri bütçede artışa olumsuz yaklaşıyor.

Romney: Irak’taki Amerikan askeri varlığının, Irak hükümetinin devamlılığı açısından önemli olduğunu savunuyor, dolayısıyla askeri harcamalarda yeni artışlar ön görüyor.
 
Küresel Isınma ve Çevre

Obama: Ülkede halen uygulanan karbon emilimine yönelik programlara devam edeceğinin sinyallerini veriyor. Bu programlara örnek olarak; sülfür dioksit ve nitrojen dioksit salınımlarını kontrol altına alarak asit yağmurlarını azaltmak, fabrikalardan havaya karışan zararlı kimyasalları azaltan eğitimler sunmak ve eyaletler arası fabrikaların birbirlerini kirletmemesi teması üzerine kurulu, CAIR-Clean Air Interstate Rule, uygulaması gösterilebilir.
Romney: Karbon emilimi ile ilgili tüm uygulamalara karşı çıkıyor, yapılan devlet harcamalarını gereksiz buluyor ve ortaya çıkacak fazlalığın cari açığı kapatmakta kullanılması gerektiğini düşünüyor. Ayrıca özellikle Çin’in dünya üzerindeki kirliliğe olan etkisine vurgu yapıyor.

Gay Hakları
Obama: Eşcinsel evliliği destekliyor. “Sorma, Söyleme” yasasına karşı duruşu sayesinde silahlı kuvvetler bünyesinde eşcinseller, kendilerini rahatça ifade etme olanağına kavuşmuştu. Bakınız: http://www.barackobama.com/lgbt

Romney: Temel aile yapısının bozulduğunu savunarak eşcinsel evliliklere şiddetle karşı çıkıyor.
Kürtaj Hakkı

Obama: Hamileliğin 15-26 haftası arasında fetüs anne karnı dışında yaşayacak olgunluğa erişmeden önce kürtaj yapılabilmesini destekliyor (kısmi kürtaj).
Romney: Kısmi kürtaja kesinlikle karşı çıkıyor.

Not: Kürtaj, 1973’den beri Amerika’da yasal olmasına rağmen hala en sık tartışılan konulardan biri olma özelliğini koruyor.
Teknik tahminler

Şimdi de seçiminin sonuçlarına ilişkin teknik tahminleri inceleyelim. PS dergisinin (Political Science and Politics) son sayısında yer alan 13 başkanlık tahmininden 8 tanesi Obama’nın kazanacağını işaret ederken 5 tahmin ise Romney’i gösteriyor. Buna rağmen tahminler arasında kesinlik açısından bir ayrım söz konusu. Örneğin; bir araştırma Obama’nın kazanmasıyla ilgili tahminini 88% kesinlik üzerine kurarken iki ayrı araştırmanın sonuçlarında ise bu oran 57%. (İstatistik alanında kesinlik; aynı şartlarda tekrarlanan ölçümlerin aynı sonucu verme derecesidir.)
Political Science and Politics, Ekim 2012 (pdf formatı): https://journals.cambridge.org/action/displayAbstract?fromPage=online&aid=8700580&fulltextType=BT&fileId=S1049096512000856

Bir sonraki yazımda ise bilimsel yaklaşımlardan uzaklaşıp, her seçimde halk tarafından sıklıkla kullanılan daha pratik ve eğlenceli tahmin kriterleri üzerinde duracağım.
www.cancavusoglu.info

22 Ekim 2012 Pazartesi

SİZİN BİLGİSAYARINIZA DA “PUP.Funmoods” BULAŞMIŞ OLABİLİR

Bilgisayarınızın aniden yavaşlamasının sebebi “Pup.Funmoods” eklentisi olabilir mi?

Benim durumum aynen böyleydi. Benzer problemi geçen sene de yaşamış ve sonucunda Windows destek hattından (çünkü sorunu onlar da çözememişlerdi) yeni bir Windows 7 kurulumuyla, yani her şeyi sil baştan, kurtulabilmiştim. İngilizce aksanı ve aramızdaki saat farkından Hindistan’da olduğunu anladığım bir PC uzmanından aldığım bu desteğe 40$ bayıldığımı hatırlıyorum. Ama mutluluğum kısa sürdü. Bir sene sonra, aynısının tıpkısı belirtilerle tekrar karşılaştım.
Laptop’umun kronik hastalığı nüksetmişti. Birden fazla Explorer pencerelerini açarken, Google araması yaparken ve programların, dosyaların çift tıklanması esnasında gözlemlenen bariz bir yavaşlıktan bahsediyorum. Bilgisayarım sanki verdiğim komutları anlamıyor, kafası karışıkmış gibi davranıyor, benzer duraksamalar Word’de yazarken de kendini gösteriyordu. Not: öyle bir durum ki bir an için farenin bozulduğunu bile düşünüyorsunuz.

Konuya ilk müdahalem Norton Antivirus programıyla oldu. Kendisine çok güvenirim. Komple bir taramadan ve kurabiye “cookie” adı altında 46 girişi sildikten sonra her şey yolunda gözüktü. Ama rehavetim maalesef bir gün sürdü. İkinci gün yeni bir taramada gene aynı “cookie”lerle karşılaştım: “PUP.Funmoods”. Siliniyorlar sonra geri geliyorlardı. Sorunu Norton Antivirus ile halledemiyorsam başım gerçekten beladaydı. Bir sene önceki süreci tekrar yaşamaktan korktum; her şeyi yedeklenecek (en çok müzik ve resim arşivim yer tutuyor), arkasından yeni Windows (Windows’un sırf güncellemeleri 6 saat sürmüştü) yüklenecek, sonrasında da kullandığım tüm program ve dosyalarım geri aktarılacaktı.
Ama bu neşteri vurmadan önce hastalığın izini biraz sürmeye karar verdim. PUP; “Potentially Unwanted Program-Potansiyel İstenmeyen Program” anlamına geliyor ve Funmoods’da bu programlardan (eklentilerden) biri. Aslında tam anlamıyla bir virüs veya kötücül yazılım (malware, malicious software) olarak sınıflandırılmıyor. Bulaşmasının ilerleyen safhalarında ise sinsice tüm vücudu kaplıyor. Norton Antivirus panzehri ve başka anti-virüsler yetersiz kalınca yerine önerilen Malwarebytes antibiyotiğini denedim ve nihayet sonuca ulaştım. Size aşağıda önereceklerim aslında sorunun pratik çözümü, doğrusu ise bilgisayarınızı bir doktora, PC uzmanına temizletmek.

Funmoods’un çalışma esasına göre tarayıcınızın (Internet Explorer vs.) herhangi bir hareketinde veya yeni sayfa açtığınızda kaçak eklenti sizi otomatik olarak başka sitelere yönlendiriyor. Bunu reklam ve veri toplama amaçlı kullanıyor; üzerinde gezindiğiniz web sitesinde (Örneğin; ben Amerika’dan Sabah Gazetesinin sitesine girdiğimde İngilizce reklamlar çıkabiliyor) çaktırmadan alakası olmayan ürünlerin tanıtımlarıyla karşılaşıyorsunuz. Bu proxy’ler arası gidip gelmeler bilgisayarınızı yavaşlatmaya yetiyor. Proxy ise network'deki bir makineden diğer makineye bağlanılırken ya da internet ağında bir sunucuya (kısaca web sitesine) bağlanılırken arada başka bir sunucunun kullanılması sistemidir. Funmoods, işte buna yol açan kaçaktır.
Tedavi Aşaması

Öncelikle Malwarebytes programının ücretsiz deneme sürümünü kendi web sitesinden* indirin ve bilgisayarınızı komple sistem taramasından geçirin. Biraz zaman alıyor ama bulaşmış olan bütün PUP.Funmoods’ları yakalayıp karantina altına alıyor. Yakaladıklarını komple silme özelliği ise sadece ücretli PRO sürümünde mevcut. Malwarebytes programı sorunu çözerken sizin de ufak bir kaç işlem yapmanız gerekiyor. Tarayıcınız üzerinde “Araçlar” altında yer alan “Eklentileri Yönet”i tıklayın. Buradaki “Arama Motoru” ayarınızı Bing, Google vs. herhangi birine çevirin. Listede “Funmoods Toolbar” var ise bunu oradan kesinlikle silin. “Varsayılan” ayarında önceden seçtiğiniz arama motorunun yazılı olduğuna emin olun. Kaydedin ve çıkın.
Bir sonraki adım Başlat’a gidip “msconfig” yazın ve tuşlayın. Karşınıza çıkan pencerede “Başlangıç”ı seçin, altında bir dolu ıvır zıvır göreceksiniz; iTunes, Msn, Windows Live, Facebook, yazıcılar vs. Bilgisayarınız aslında çalışmaya başlarken bunlardan hiçbirine ihtiyaç duymaz, siz sonradan istediğiniz programı tıkladığınızda zaten çalışacaktır. O yüzden sol taraftaki bütün kutucukları boş işaretleyin ve bu şekilde “Uygula”ya tıklayın, sonra kaydedip çıkın.

Bilgisayarınızı yeniden başlatmayı isteyip istemediğiniz sorulacaktır. Tekrardan başlatın. Geçmiş olsun.
Bu hastalık nasıl yayılıyor?

“Bana Funmoods nasıl bulaştı? Size nasıl bulaşabilir?”, merak ediyorsanız benim en büyük gafletimin Manchester United-Galatasaray maçını internet üzerinden, hiç bilmediğim bir siteden izlemek olduğunu düşünüyorum. Sitede önüme çıkan ve masum gözüken reklamları kaldırabilmek için çaresizce hepsine tıklamıştım. Gerçi maçı seyrettim, sonucunda hem Galatasaray yenildi hem de bu yenilginin bilgisayarıma götürüsü tatsız oldu. Otur oturduğun yerde, değil mi?

Malwarebytes programının deneme sürümü bir ay sonra bitiyor. Öncelikle herkese bu programı tavsiye ederim. Anti-virüs programının yanına yakışan oldukça şık bir destek programıdır. Fiyatı 24.95$. Ayrıca gelecekte de başınıza gelebilecek benzer PUP’lardan korunmuş oluyorsunuz çünkü bilgisayarınızı, istenmeyen veri akışını ve yönlendirmeyi engelleyerek, her türlü proxy’e karşı savunuyor. Diğer seçeneğiniz ise bir PC uzmanına giderek en az bu kadarlık bir faturanın elinize tutuşturulması. 3-4 senede bir bilgisayarlarımızı yenilediğimizi düşünürsek (hızla ilerleyen PC teknolojisi göz önüne alındığında) bana göre Malwarebytes hem pratik hem de hesaplı bir çözüm. Sonucunda yaşadığım bu tatsız tecrübeyi sizinle de paylaşmak istedim.
Hepinize PUP’suz günler dilerim.


*Malwarebytes: www.malwarebytes.org

18 Ekim 2012 Perşembe

SENSİZ

Gözlerim karanlık.
Pencereden bakınca,
KORKUYORUM.

İsmim ‘Asi’.
Beğenmek için,
ÇABALIYORUM.

Ellerim soğuk.
Başkasına dokununca,
ÜŞÜYORUM.
 
Saçlarım yaban.
Rüzgâr okşayınca,
ÜRPERİYORUM.
 
Ayaklarım kör.
Patikalar tükenince,
KAYBOLUYORUM.
 
Dudaklarım çatlak.
İstanbul ısırınca,
AĞLIYORUM.
 
Tenim Karadeniz.
Yaşama sarılınca,
BOĞULUYORUM. 
 
Sözlerim asık.
Acımı haykırınca,
AVUÇLUYORUM.
 
Gülüşüm sahte.
Yanaklarım oynayınca,
HARCIYORUM.
 
Aklım kayıp.
Yenisi gelince,
SUSUYORUM.

Kalbim öksüz.
Aynaya bakınca,
ACIYORUM.

Tabutum boş.
İçine uzanınca,
DOLUYORUM.

Bensiz, orada,
Bedenim komada.

Sensiz, sahipsiz,
Ruhum kimsesiz.

NİHAYET ÖLÜYORUM.

www.cancavusoglu.info

15 Ekim 2012 Pazartesi

O SES TÜRKİYE (Bu yazı, sondan başa doğru yazılmıştır.)

“Var. Hayır yok. Heeeyt! Cengâver Hülya. Siz yorum yapmayın. Neyse ben susayım. Yani bir ses duydum ben. Bu sesle son dakika gölü attı. Ben şoktayım. Çabuk beni seç. Şuramda bekleyeceğim seni. O kasları gördün mü? Ay içim bayıldı. Benim de arabam var kardeşim.”

Gördüğüm sahnelere üzüldüm ve bu konudaki eleştirilerimi sizinle paylaştım, ayrıca dünyadaki diğer başarılı örneklerden alıntılar yaptım, Acun Ilıcalı’ya tavsiyede bulunmayı da ihmal etmedim.
Acun Ilıcalı’nın kariyerindeki düşüşü kaygıyla izlemeye devam ediyorum. Mehmet Ali Erbil’in hızına ulaşır mı? Bilemem. Ama kendisine naçizane önerim; bir süre evlerimizden uzak kalması ve eskimiş yüzünü ve tarzını yenileyerek tekrar ekranlara dönmesidir. Kişisel dönüşüm noktasında Adnan Hoca yerine başarılı isim Okan Bayülgen’den feyz alabilir.

Aşağıda okuyacaklarınızı lütfen önce bir mantık süzgecinden (tabi tersten) geçirin. Ve zamanınız varsa “O Ses Türkiye” ile Amerika (The Voice), İngiltere (The Voice UK), İrlanda (The Voice of Ireland), Avustralya (The Voice Australia), Meksika (La Voz Mexico) ve Polonya (Holos Krainy) versiyonlarını Youtube üzerinden, web sitelerinden şöyle bir karşılaştırın. Benzer programların yapımcılarının bırakın yüzünü, isimlerini bile göremeyeceksiniz. Çünkü yarışmanın aslı, o ülkenin yetenekli sesleri, tanınmış jüri üyeleri ve halk oylamasından ibarettir.
Türkiye’de işi biraz ti’ye alıp Acun Ilıcalı için neredeyse “Kirli çoraplarını başkalarına yıkatmayacak kadar ince ruhlu ve toplum açısından önemlidir”, diyeceğiz.
 
Acun Ilıcalı’nın müzikle alakası yoktur, jüride yer almaz. Sırf yapımcı olduğu için ekranda boy göstermesi gerekir, özünde bunu yaparak izleyiciyi jüriden daha fazla ekrana çekeceğine inanan biridir.
 
O Ses Türkiye’nin tanıtım afişlerini bir yabancıya gösterdiğinizde ve “Bunlar kim?”, sorusuyla karşılaştığınızda yanıtınız “Şarkıcıdır, bu da şarkıcıdır, söz yazarı ve şarkıcıdır, sinema oyuncusu ve şarkıcıdır”, diyebilirsiniz. Ama size posterin ortasında, diğer sanatçılardan önde duran kişi sorulduğunda ise herhalde, “O bizim harika çocuk Acun, ailemizin ferdi gibidir, ayrıca programın da yapımcısı”, mı diyeceksiniz?

Benim tek gördüğüm, koltuğundan taşmış, biçimsiz ve kaba bir EGO’dur.
Kaldı ki Acun Ilıcalı’nın neden bu programda olduğunu hala anlamış değilim. Tamam, onun şirketi tarafından hazırlanmış bir program olabilir. Ama yarışma esnasında elinde kalem, önünde bardak öylece durmaktadır. Aralarda lafa dalıp yarışmacılara, “Adını bizimle paylaşır mısın?”, yerine ADIN NE?, “Mesleğinizi öğrenebilir miyiz?”, yerine NE İŞ YAPIYORSUN?, “Seçimini yaparsan seviniriz”, yerine HADİ SEÇİMİNİ YAP, demek midir görevi?

Acun Ilıcalı’nın İngilizcesinin gayet güzel olduğuna inanıyorum, zekâsı da oldukça yerinde. Acaba Türkiye’deki bu tuhaf formatı özellikle mi kurguladı? Bizdeki reyting kavgası (para, para, para) beraberinde basitliği mi getiriyor? Yoksa bizler, yorumları üç kelimeyle sınırlı jüri üyelerinden mi hoşlanıyoruz? Çünkü düzgün cümle kurdukları zaman canımız sıkılıyor.
Amerika’daki The Voice’un jürisi yıllardır aynı ekipten oluşuyor; Maroon 5’den tanıdığımız Adam Levine, Country müziğin tartışmasız ismi, şarkıcı ve yapımcı Blake Shelton, diğer yanda bir diva, Christina Aguilera ve Soul Müziğin önemli isimlerinden, şarkıcı ve yapımcı Cee Lo Green.

Bir Dünya yıldızının bakış açısını, kalitesini, üslubunu, entelektüelliğini, giyimini, kuşamını, özetle bütününü izleyiciyle paylaşıyorlar.
Sözlerini “PLEASE, chose me - LÜTFEN, beni seç”, vurgusuyla bitiriyorlar.

Amerika’daki jüriler, bir yarışmacının neden kendilerini seçmesi gerektiği konusunda onu ikna etmeye çalışırken, “Gel, seninle sahip olduğun müzik tarzının dışına, evrende var olan farklı ses tonlarına, beraber çıkalım”, “Parçayı yorumlarken bana yaşattığın duyguya hayran kaldım, düğmeye basıp seni gördüğümde ise gözlerindeki ışıltı kendi gençliğimi hatırlattı”, benzeri cümleler kuruyorlar. Sonrasında yarışmacının müzik kariyerine nasıl katkı sağlayacaklarının altını çiziyor ve bir sonraki basamağa onu nasıl taşıyabileceklerini anlatıyorlar.
The Voice’un bir bölümünü bile kaçırmamacasına izlerim. Sırf müzikleri ve yarışmacıları ile ilgili değil, aynı zamanda kalitesi, seviyesi ve jüri üyeleriyle harika bir müzikalite sunduğu için. “İngilizce oluşu sana hitap ediyor”, diyebilirsiniz, kişisel tercihimdir ama eh be kardeşim! Siz Türk jüri üyeleri; bir programın çakmasına katılmadan önce neden başka ülkelerdeki başarılı formatları inceleme ihtiyacı bile duymazsınız? İzleseler, bir tercüme eden olsa içine düştükleri vahim durumu anlayacaklar.

Size “O Ses Türkiye” yarışmasından bahsediyorum. Maalesef burada sadece Youtube’dan takip edebiliyorum. Ama yazıma hazırlanırken pek çok bölümünü adeta ağzım açık seyrettim ve jüri üyelerinin kendi arasında yapmış olduğu konuşmalardan ancak bu özeti çıkarabildim.
“Var. Hayır yok. Heeeyt! Cengâver Hülya. Siz yorum yapmayın. Neyse ben susayım. Yani bir ses duydum ben. Bu sesle son dakika gölü attı. Ben şoktayım. Çabuk beni seç. Şuramda bekleyeceğim seni. O kasları gördün mü? Ay içim bayıldı. Benim de arabam var kardeşim.”

O SES TÜRKİYE (Bu yazı, sondan başa doğru yazılmıştır.)

www.cancavusoglu.info

9 Ekim 2012 Salı

İHANETİN KISA TARİHÇESİ

Siz hiç ihanete uğradınız mı?

Peki, ne hissettiniz?
Hepimiz hayatımızda en az bir kere ihanete uğramışızdır. Bu ihanet bize sevdiğimiz kişiden, eşimizden veya bir aile bireyinden hatta çocukluk, okul, iş arkadaşımızdan, belki de masum yan komşudan gelmiştir. Hainlik adeta bize insanlığın bir armağanı gibidir. Çünkü genlerimize işlemiştir. Yaşanılan ihanetin en önemli sebeplerinden biri ise hiç kuşkusuz kıskançlıktır. Diğer sebepler arsında güç, ihtiras, para ve üne kavuşmayı sayabiliriz.

Tarihin bize öğrettiği kimseye güvenmemektir. Ama bu duyguyla yaşamayı genelde beceremeyiz. Bir seçim yapmamız gerekir; ya insanlara güveneceğiz ve ihanete uğrayacağız ya da ihanete uğrama korkusuyla bir ömür geçireceğiz. Her iki şekilde de hayat devam eder. Ama ihanet çoğu zaman bizi öldürmese de ihanete uğrama korkusu, işte o süründürecektir.
Aşağıda yer alan, tarihteki gelmiş geçmiş en ünlü hainleri okuduğunuzda belki kendi uğradığınız ihanetleri ve size yaşattığı duyguları bir kez daha düşünürsünüz.

Yehuda (Judas Iscariot)
İsa’ya 30 gümüş karşılığında ihanet eden 12 Havarisinden biridir. O günlerde İsa, gerçek kimliğini saklayarak Romalılardan korunmaya çalışmaktadır. Yehuda’nın yapmış olduğu anlaşmaya göre kalabalık içerisinde İsa’yı öperek kim olduğunu deşifre eder. Bu öpücük günümüzde “Judas Kiss - Yehuda Öpücüğü” olarak anılır ve adeta tüm ihanetlerin atasını simgeler. Sonucunda İsa çarmığa gerilerek idam edilir, Yehuda ise kısa süre sonra yaşadığı vicdan azabından ölür.

Brütüs (Marcus Brutus)
Roma İmparatoru Julius Sezar’ın yeğenidir. Sezar, diktatörlüğü süresince ülke dışından olduğu kadar ülke içinden de pek çok düşman edinmiştir. Brütüs, o gün Roma Senatosunda Sezar’ı öldüren senatörlerin arasında yer alır ve Sezar’ın ölmeden önce kendisine söylediği son sözleriyle tarihe geçer;

“Et tu, Brutus?”, “Sen de mi Brütüs?”.
Dona Marina (La Malinche)

Aztek bir ailede doğan Marina, Maya diyalektini öğrendikten sonra bir köle olarak satılmış ve yeni sahiplerinden İspanyolca’yı da öğrenmiştir. Aztek İmparatorluğunun 1521’de yıkılmasında ve Orta/Güney Amerika’nın İspanyollaşmasında, Hernan Cortes’e tercüman ve bir sevgili olarak, önemli rol oynamıştır. Cortes’den ayrıca bir erkek çocuğu olmuştur. Meksika’da günümüzde “Malinchista” kelimesi hala “Hain” anlamında kullanılmaktadır.
Sadrazam Davut Paşa

Osmanlı Padişahlarından İkinci Osman’ın (Genç Osman) öldürülme emrini veren sadrazamdır. 1622’de İkinci Osman, Kapıkulu Ocaklarını kaldırarak Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden oluşan ve sadece askerlikle uğraşan yeni bir ordu yapılandırmak istiyordu. Buna karşı ayaklanan Yeniçeri ve Sipahilerin baskılarıyla önce tahttan indirildi, daha sonra da Yedikule zindanlarında boğulmak suretiyle öldürüldü.

Benedict Arnold
1741 tarihinde Connecticut, ABD’de doğmuştur. Amerika’nın bağımsızlık savaşında ülkenin kahramanı olarak nitelendirilen bir generaldir. Komutası altındaki West Point Kalesinin (günümüzde New York şehri) İngilizler tarafından gizlice ele geçirilmesini için 20.000 pound karşılığında anlaşmış ama planı başarısız olunca İngiltere’ye kaçmıştır. Kendi ülkesine olan ihaneti İngilizler tarafından da iyi karşılanmamış ve sonucunda fakirlik içerisinde, Kanada’da ölmüştür.

Mir Jafar (Mir Muhammed Jafar Ali Khan Bahadaur)
1757’de İngilizlere karşı Plassay Savaşında Siraj-ud-Daula’nın ordusunda görevliyken saf değiştirerek beraberindekilerle İngilizlerin yanında yer almış ve Hindistan’ın 200 yıl sürecek esaretinde önemli rol oynamıştır. Kendisine daha sonra Bengal Krallığı verilmiştir.

Vidkun Quisling
Norveçli general ve politikacıdır. 1933 yılında Halkın Birliği Partisini kurmuştur. Hitler Almanya’sının Norveç’i işgali sırasında ülkenin bütün askeri bilgileri sızdırmış ve sonrasında yeni kurulan sözde hükümetin Başbakanı olarak atanmıştır. Norveç’in bağımsızlığa kavuşmasından sonra yakalanıp 1945’de idam edilmiştir.

Wang Jingwei (Wang Zhaoming)
Çin tarihindeki en büyük hainlerden biridir. Japonya’da eğitim görmüştür. Japonya’nın 1937’de Nanjing şehrini işgalinde önemli bilgileri paylaşarak binlerce Çinlinin katledilmesinde rol oynamıştır. Japonya’nın himayesinde Nanjing’de kurulan kukla hükümetin Başbakanı olarak görev yapmıştır. Nanjing’in Japon istilasından kurtuluşundan önce ölmüştür.

Harold Cole (Paul Cole)
İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar İngiliz Gizli Servisinde çalışmasına rağmen esir düştükten sonra Fransız direniş gruplarının kaçış yollarını Almanlara vererek pek çok Fransız’ın ölümüne sebep olmuştur. Savaşın bitmesinin ardından yakalanması için büyük bir insan avı başlatılmış, 1946’da Fransa’da bir barın alt katında saklanırken vurularak öldürülmüştür. İngiliz yakın tarihinin en önemli hainidir.

Ve İnsan
Dünya tarihine bir bütün olarak baktığımızda insanoğlunun kendisine ve doğaya yaptığı ihanetlerin sonu hiç gelmeyecek gibidir. Mark Twain’in “köpeğinizi ne kadar aç bırakırsanız bırakın elinizi asla ısırmaz”, sözünde olduğu gibi açgözlülük ve hırs, özellikle ihanet kavramı göz önünde bulundurulduğunda insanı maalesef bir hayvandan bile düşük konuma getirmektedir. Günümüz dünyası kendi çıkarları için herşeyi göze almış, yoz ve ahlaksız insanlarla doludur. Bundan dolayıdır ki her yozlaşmış birey, içinde yaşadığı topluma olduğu kadar insanlığın bütününe karşı da büyük bir ihanet içerisindedir.

2 Ekim 2012 Salı

AYIKLIĞA GİDEN YOL; AMATEM*

“Bağımlılık”, adı üstünde, hayatın bütün fonksiyonlarını bağımlısı olduğun madde veya duygu ekseninde sürdürmektir. Onsuz yaşamaya çalışmak ama başaramamak, eksikliğinde ise kontrolü kaybetmek, krize girmek, kendinden geçmektir. İnanın bana, çok kötü bir ruh halidir. Birine delice âşık olmak, tuttuğun takımı her koşulda sahiplenmek ya da bir ideoloji uğruna yıllarca mücadele vermek bile aynı tanımlama içerisinde sayılabilir.

Bende ortaya çıkan bağımlılık ise maalesef alkolle kucaklaşmak, aynı bedende beraber yaşamak olduğu için bu yazımda size özellikle alkol/madde bağımlılığı tedavisinden bahsedeceğim.
 
Bağımlıların en büyük sorunu tedaviye nereden ve nasıl başlayacakları bilmemeleridir. Yardım almak için ilk adımı attığınızda önünüze sunulan çeşitli seçenekleri değerlendirirsiniz. Önce doktorlar gezilir, sonra ilaç tedavisi denenir ama bazen de bu konuda uzman bir kliniğe yatmak gerekir.
(Dünya Sağlık Örgütünün araştırmasına göre Türkiye’de 4 milyon alkolik, 13 milyon da alkole –alkolikliğe- meyilli bulunmaktadır. Yeşilay Raporu 2009)

 Ben, başta ailemin ve doktorumun ısrarıyla, sonrasında ise gerçekten isteyerek AMATEM’de yatarak tedavi olmuş bir hastayım. Aşağıda sizinle burada yaşadığım deneyimleri paylaşmak istiyorum.
*(AMATEM; Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma, Tedavi ve Eğitim Merkezi) (Ayrıca Yazının Sonunda Bkz: Karar, Tedavi ve Ayıklık Süreci)
 
AMATEM’e yatışın ilk günlerinde hasta, merkezin gözlem kısmına alınır. Burada sağlık durumuna ve diğer hastalarla uyumuna göre 4 gün veya bir hafta geçirir. Her alkoliğin bünyesi, bu ilk evrede, yaşadığı madde yoksunluğuna karşı farklı tepkiler verir. Mesela, en basit örnekler; ellerin istem dışı titremesi, uykusuzluk, buz gibi terlemek ve aşırı sinirdir. Yoksunluk krize girmiş bir hasta görmüştüm, sara nöbeti geçirir gibi titriyordu. Buna “Deliriyum Tremens” denir; bağımlısı olunan maddenin alınmaması durumunda vücudun gösterdiği reaksiyon ve akabinde gelen bilinç kaybıdır. Bir de aşırı alkol kullanımından ayağı ödem toplamış, ileri düzey bir şeker hastası arkadaşım vardı.
 
Gözlemde geçen süre sonrasında hasta bir üst kata, Detoks’a alınır. Uygun ilaçlarla bünyeye gerekli ek destek verilmeye devam edilir. Detoks katında genelde 20 hasta kalır. Gidenlerin yerini alt kattan gelenler alır, döngü böyle. Askerden sonra ilk defa tekrar burada sabah 6’da kalkıp akşam 9’da yatmaya başlamıştım. Banyo, tıraş, ilaç ve yemek saatleri, her şey milimetriktir. Bu arada serviste verilen yemekler gerçek bir restoranı aratmaz.
(Detoksifikasyon; vücudun zararlı alkol/madde vs. toksinlerden arındırılma süreci.)

Detoks katı, hastalara ayrıca bolca sosyalleşme imkânı sunar; el işi, resim, spor, okuma gibi. Her gün farklı dersler verilir; alkolün vücuda etkilerinden tutun da onunla psikolojik mücadeleye kadar. Aynı hastalığı paylaşan farklı hayatlardan değişik simalar bir grup içerisinde toplanır. Burada kişi kendisini diğerlerine ifade eder, onların hikâyelerini dinler ve ortak bağlar kurar. Alkol tedavisinde hastanın dışarıdaki hayattan soyutlanmış olması iyileşmesi açısından ayrıca önemlidir. Çünkü öncelikle aileler, sonra yakın arkadaşlar (ki bunlar genelde beraber alkol tüketilen kişilerden oluşur) hastaya büyük bir duygu yoğunluğu yaşatır. Ama istenildiği zaman tedaviyi yarıda kesip ayrılma hakkı da saklıdır. Aslında bu durum, bence kişinin sağlığına kavuşma isteğiyle doğru orantılıdır.
Detoks katında ayrıca grup disiplinini sağlamak amacıyla uygulanan bir puan sistemi vardır. Puanlarını dolduran hastanın tedaviyle ve merkezle ilişkisi hemen kesilir. Ben, ilk başlarda bu puan sistemini biraz garipsemiştim ama aslında insan gibi yaşamaya çalışmak ve bunun sonucunda eksi puan almamak, mesela başkalarının huzurunu bozmamak, kalbini kırmamak, hayatın basit bir kopyası değil midir?

Detoks katında uygulanan ve tedavi esnasında alkole karşı kişinin verdiği mücadele, bunun uzmanlara doğru yansıtılması, hastanın tedaviye devam süreci için anahtar rolü oynar. Olumlu yönde kanaat gelişirse üst kata, Terapi katına çıkılır. “Benim için bu kadar yeter, ilgilenmem gereken bir işim, ailem var”, diyen arkadaşlarla ise tekrar bu veya benzeri başka bir durumda karşılaşmamayı umarak el sıkışılır.
Terapi katında, amacıyla örtüşen, oldukça yoğun grup terapileri uygulanıyor. Kısaca çıta artık daha yukarıdadır. Ama bir farkla, grup içerisinde artık madde bağımlısı arkadaşlar da bulunmaktadır. Bu son katta, alkol dâhil daha pek çok maddeye karşı yapılan kişisel mücadelelere şahit olunur. Beraber güler, şakalaşır ve ağlanır, çünkü içten içe çok büyük bir savaş verilmektedir.
 
Oldukça etkilendiğim diğer bir konu da bağımlılıkların yaş, cinsiyet, eğitim, gelir seviyesi veya kişinin sosyokültürel özellikleri gibi belirli bir adres sormaması gerçeğiydi. Bunu ancak sizinle aynı hastalığı paylaşan bir topluluk içerisinde yaşayarak kavrayabiliyorsunuz. Tedavideki herkesin geçmişindeki başarısızlıklar, başkalarına yaşattığı hayal kırıklıkları ve üzüntüler ne yazık ki ortaktır.
 
Her sabah yapılan hastane içi yürüyüşler ise güne bir nebze de olsa güzel başlanmasını sağlar. Akşamüzerleri bahçede çay keyfi ise dışarıdaki yeni hayat için bir ön hazırlık gibidir. Terapi katında, mezuniyetten önceki son iki hafta sonu (nihayet) evci çıkılır. Onca zaman sonra (2,5 ay) bir-iki gün de olsa dışarıdaki hayata ayık ama biraz da tedirgin, ilk adımlar atılır. Hafta sonu oldukça keyifli geçer.

Merkezde tedavi devam ederken, bir yandan da hasta yakınlarına yönelik çeşitli destek programları sunulur. Ebeveynlerin, eşlerin hatta çocukların bile bu programlara katılması önemlidir. Çünkü AMATEM’den sonraki ayıklık döneminde ve madde ile mücadelede oluşturulan bu ortak bilinç çok işe yarayacaktır. Destek, istenildiğinde aile bireylerinden, bazen arkadaşlardan ama özellikle de merkezdeki haftalık toplantılardan gelecektir.
Kişi, yeni ve ayık hayatında her şeyin bir anda tozpembe olmasını da beklememelidir. Keşke olsaydı ama AMATEM maalesef insanların format atıldığı bir yer değil. Geçmişte birçok şey şuursuzca yıkıldı ve yok edildi, en başta çevreye olan güven. Bunu kaybetmek nasıl zaman aldıysa geri kazanmak da bir o kadar zaman alacaktır. Ama unutulması gereken, gerçek sevginin ve sonsuz desteğin hep var olduğudur. Gerisi de artık “Biraz sabır”. Yıkılanlar zamanla geri yapılacak, kaybedilenler tekrar kazanılacaktır.

Asıl mücadele şimdi başlamaktadır.
Atılan her adımda, dokunulan her insanda, gün doğumunda ve çiseleyen yağmurda, saksıda sulanan begonyada, sokakta sevilen pasaklı kedide, kaybedileceklerin ardından yaşanacak gözyaşlarında ortak nokta; artık bir maddeye bağımlı olmadan yaşamaktır.

Herkese ayık günler dilerim.
www.cancavusoglu.info

Karar, Tedavi ve Ayıklık Süreci:
1.  Kişinin bir maddeye bağımlı olduğunu kabul etmesi
2. Bu bağımlılıktan kurtulmak için ilk adımı atması
3.   Tedavi süreci
4.   Ayıklık sonrası yeni hayata uyum
5. Sürdürülebilir ayıklık
(Tedavisi sonrası tercih maddesine ilk sene içerisinde geri dönüş oranı maalesef 90%’lardadır.)

Yeşilay Raporu 2009 http://www.yesilay.org.tr/wp-content/uploads/Raporlar/YesilayRaporlari/ArastirmaRaporlari/2009_Alkol_Raporu.pdf