26 Aralık 2012 Çarşamba

AYKIRI YAZARLARIN TRABZON BELEDİYESİ HAYVAN BARINAĞINDAKİ İZLENİMLERİ

Ayı Sözlük yazarları, 22 Aralık 2012’de “Sosyal Yardımlaşma Projesi” kapsamında Trabzon Belediyesi Hayvan Bakımevi’ne bir gezi düzenledi. Aynı proje kapsamında Trabzon Hayvanları Koruma Derneğine (TRAHAYKO) toplamda 180 kg kuru mama bağışında bulunuldu. Bunu bir başlangıç olarak değerlendiren Ayı Sözlük yazarları, ellerinden geldiğince diğer illerdeki barınaklara da yardımların yaygınlaştırılması için çaba göstereceklerini ifade ettiler.

Projenin organizasyonunu üstlenen sözlük editörlerinden paw, kişisel izlenimlerini Metrosfer yazarlarından Can Çavuşoğlu ile paylaştı; 

“ 22 Aralık sabahı ben ve diğer yazar arkadaşım honeybee olmak üzere mamaları arabamıza yükleyip TRAHAYKO’nun yolunu tuttuk. Sevimli bir bayan bizi kapıda karşıladı. Yanımızda getirdiğimiz mamaları TRAHAYKO’ya bağışlayıp biraz soluklandıktan sonra ikinci durağımız olan barınağa doğru hareket ettik."
 
“Açıkcası nasıl bir manzara ile karşılaşıcağımı bilemeden hem heyecan hem de hüzün duyguları taşıyordum. Barınaktaki yavruların fotoğraflarını daha önce internetten görmüş ve etkilenmiştim. Barınağın kapısından henüz içeriye adım atmıştık ki gözlerim yeni gelmiş bir köpeğe takıldı. Hayvancağız, kendisine gösterilen ilgiye, seslenişlere tepkisiz, adeta ayakta durmakta zorluk çekiyordu. Dahası yara bere içerisindeydi.”

“Barınağın içerisine doğru yürürken sevgiye ve ilgiye muhtaç 450-500 çocuk (onlara köpek/hayvan diyemiyorum) karşımızda havalara sıçrayarak sanki hep bir ağızdan “Beni sevin”der gibi çırpınıyordu. Yüzlerine daha fazla bakamadım çünkü gözlerindeki o hüzünlü ifade içimi dağlamaya yetmişti. Hüzün, sevgisizlik, ilgisizlik... Hangisini seveyim, ilgileneyim, hangisine sarılayım bilemedim. Köyünden kaçıp kalabalık bir şehire gelmiş çocuk misali şaşkındım.”

“Size barınak çok kötü yada çok iyi diyemem, bu düzeni yürütebilmek çok zor, destek sınırlı ve barınağın kapasitenin çok üstünde sahiplenilmeyen çocuklar var. Barınakta yaşanan sıkıntıları tam bilmeden yargılıyor gibi olmak da istemem. Ama kapasitesi maksimum 100 olan barınağa 500’e yakın çocuk sığdırılmış, istif halindeler. Ayrıca yavruların olduğu bölüme yetersizlikten büyükler de konulmuş. Yemek esnasında yavrular büyüklerden korktukları için düzgün beslenemiyor, yaralanmalar söz konusu. Beslenirken bile rahat değiller.”

“Barınak çalışanları hepsine haklı olarak yetişemiyor. Burada gönüllü olarak çalışanların sayısı 20-25 ve çoğunluğu üniversite öğrencisi, aralarında 4 veteriner de bulunuyor. İyi haber ise Trabzon Belediye Başkanının yeni bir barınak projesinin gündemde olduğu fakat uygun yer bulamadığı için araştırmaların devam ettiği yönündeki duyumlar...”

“Barınaklarla olan irtibatım bu kadarla sınırlı kalmayacak, TRAHAYKO’nun gönüllü çalışanlarına biri de artık benim... Ayrıca elimizden geldiğince, maddi ve manevi desteğimizi barınaklardan eksik etmemeli, bu tür yardım projelerini diğer illere de ulaştırmalıyız. Karşımıza çıkan her platformda bu önemli konuya dikkat çekmeli ve daha çok insanın katılımını sağlanmalıyız. Çünkü en küçüğünden büyüğüne, sakininden en stres altındakine başlarına dokunacak ve onları sevecek ellere, sahiplenecek sıcacık, gerçek yuvalara muhtaçlar.”

24 Aralık 2012 Pazartesi

EVİNİZDEKİ KÖTÜ ENERJİYİ UZAKLAŞTIRMANIN KOLAY YOLLARI

İçinde yaşamayı seçtiğiniz güzel ve güvenli evlerinizde, bazen de zamanınızın diğer büyük bölümünü geçirdiğiniz iş yerlerinizde, kendinizi anlam veremediğiniz bir huzursuzluk içerisinde hissettiğiniz anlar olmuştur. Uykularınız garip tıkırtılarla bölünür, saçlarınızda bir elin dolaştığını hissedersiniz. Birbirinden güzel ve şık elbiseler giymenize rağmen aynaya baktığınızda içiniz rahat etmez. Projeleriniz son anda hep bir engele takılır. Ya da sık seyahat gerektiren bir işiniz vardır, haliyle farklı otellerde konaklarsınız. Size yabancı bu odalarda bazen sabahı zor edersiniz. Kimi zaman da aile içerisinde tartışmalar yaşar, sinirler gerilir, hiddetlenirsiniz. Sonrasında etkisinden günlerce kurtulamazsınız.

Ve bu sıkıcı durumları genelde; “Üzerime bir kasvet çöktü, içimde bir huzursuzluk var, kendimi nedense iyi hissetmiyorum, davet edildik ama o eve hiç gidesim yok, depresyondayım galiba, her işte bir hayır var” şeklinde geçiştirirsiniz.
Ben de dâhil bir kısmımız ise yaşadığımız mekânların adeta birer fotoğraf makinası görevi gördüğüne ve bizden önce buralarda yaşamış olanların görüntülerini ve duygularını kaydettiğine inanırız. Anlam veremediğimiz huzursuzluklar, şansımızın bir türlü yaver gitmemesi gibi durumlar genelde bize bağlı olmayan, çevremizdeki diğer negatif enerjilere yorumlanır. İslam kültüründe bu konu daha çok Cinler ile ilişkilendirilse de kimi örneklerde hayaletlere varan deneyimler gözlemlenmiştir. Ama bu yazımda ben daha çok yaşadığınız alanlarda ya da bizzat üzerinizde, bazen de misafirleriniz tarafından evlerinize taşınan bu tür istenmeyen enerjilerden pratik birkaç yöntemle nasıl kurtulacağınızı anlatacağım.

Gerekli Malzemeler
Mum: Özellikle aynaların arındırılması aşamasında önemli rol oynamaktadır. Herhangi bir mum kullanabilirsiniz, önerilen ise bildiğiniz basit, kokusuz beyaz mumdur. Öncesinde mumun kendisinin bir arındırılma sürecinden geçmesi gerekir. Bunun için mumunuzu musluğun altında bolca yıkayın ve onu arındırdığınızı söz veya düşünceyle yansıtın. Sonra kurulayın ve mumunuz işleme hazırdır. Ayrıca mumun yakıldıktan sonra kendi kendine bitmesi beklenmelidir.

Okunmuş Su: Bir tas suya o mekânda sizden önceki bütün ölmüşler adına üç Kuluvallah, bir Elham ve Fatiha okuyun. Gene suya bu işlem esnasında söz veya düşünceyle arındırma işlemi için kullanılacağını ve okunmuş, özel bir su olduğunu hatırlatın. Hristiyanlar için tabii ki Kutsal Su kullanılmalıdır. İnancı olmayanlar ise suda bir parça siyah tuz eritebilir.

Tütsü veya Ada Çayı: Tütsüyü aktarlardan kolayca bulabilirsiniz. Annemin tercihidir, ben ise kokusundan dolayı kurutulmuş ada çayını seviyorum (yaprak veya demet halinde). Bu tür ruhsal arındırılma işlemlerinde ada çayı, yüzlerce yıldır Kızılderili kültüründe kullanılmakta, eski Türklerin şaman kültüründe de ayrıca yer almaktadır.
Siyah Tuz (Kaya Tuzu): Özellikle arındırılma işlemi sonrasında negatif enerjini geri gelmesini engellemek amacıyla kullanılır. Çin’de 3000 yıldır kabul edilen ve her maddenin bir enerjisi (Chi) olduğu ilkesine dayanır. Evinizdeki enerjilerin dengelenmesiyle daha mutlu ve huzurlu bir yaşam alanına sahip olursunuz.

Ön Hazırlık
Kendinizle beraber evinizi de arındırılma işlemine hazırlamanız gerekir. Bunun için öncelikle işe yaramayan, eskimiş, kullanmadığınız her türlü eşyayı ihtiyacı olanlara dağıtın ve hayatınızdan çıkarın. Buna kıyafetleriniz de dâhildir. Sonrasında evinizi güzelce toplayın ve tepeden tırnağa temizleyin. Mobilyaların tozlarını almayı da unutmayın. En az bir gün boyunca, havalar da müsaitse dolaplarınızın kapakları açık şekilde, kıyafetlerinizle birlikte evinizi güzelce havalandırın. Bütün bunları yaparken de söz veya düşünceyle evinize bütün eski ve istenmeyen enerjilerden arındırdığınızı anımsatın. İşleme başlamadan önce banyo yapın ve üzerinize yeni veya temiz kıyafetlerinizi giyin.

Uygulama
Evinizin mümkün olduğunca aydınlık olmasına özen gösterin, hava kapalı ise bütün ışıkları açın. Eviniz birkaç katlı ise işleme en alt kattan başlayın. Eğer başkalarıyla beraberseniz onların da arındırılma işlemine katılımını sağlayın. Bu esnada yaptıklarınıza inanmanız ve olumlu sonuçlar doğuracağını bilmeniz ayrıca önemlidir. Yenileniyorsunuz, öyle düşünün.

Uygulamaya önce aynaların arındırılmasıyla başlayın. Mumunuzu yaktıktan sonra seçtiğiniz bir aynanın tam karşısına gelecek pozisyonda durun ve kendi görüntünüze yoğunlaşın. Mumunuzu aynaya doğru uzatıp köşelerinden saatin ters istikametine doğru döndürmeye başlayın. Bu esnada “aynamı ve kendimi kötü enerjilerden arındırıyorum” sözlerini söyleyebilirsiniz. Bunu birkaç defa, tüm aynalarınıza tekrarlayın. Sonunda mumunuzu arındırma işlemini yaparken kendinizi en kötü hissettiğiniz aynanın önüne bırakın. Genelde evin en fazla görüntü alan aynasıdır.

Kıyafetlerinizin olduğu dolaplar, çekmeceler, buzdolabı, fırın, bavullar, sandıklar, tüm odaların kapıları gibi kapalı olan bütün yerleri açın. Elinizde okunmuş su ile sırtınızı evinizin giriş kapısına verin. Başlangıç noktanız burası ve unutmayın; yönünüz her işlemde hep saatin ters istikameti olacak. Sonra ellerinizle suyu yavaşça sağdan başlayarak sola doğru tüm koridorlara, odalara azar azar serpin. Duvarları, tavanı, banyonuzu, mutfağınızı ve kıyafetlerinizi de ihmal etmeyin.

Okunmuş su ile yaptığınız işlemleri bu sefer de elinizde tütmekte olan tütsü veya adı çayı yaprakları ile bir kez daha tekrarlayın.

Arındırılma süreci böylece tamamlanmış oluyor. Son olarak da evinizin özellikle Kuzeydoğu ve Güneydoğu köşelerine siyah tuz yerleştirin. Tuzu bir kap içerisinde, kapın ağzı açık şekilde konuşlandırın. Tuzu iki ayda bir mutlaka yenileyin. Siyah tuz bulamadığınız durumlarda saf deniz tuzu kullanabilirsiniz.

Benzer işlemi yılda iki kez, sonbahar ve ilkbahar olmak üzere tekrarlayın. Yeni yıla arınmış ve ruhsal açıdan temizlenmiş girmek size ayrıca iyi gelecektir. Yeni taşındığınız (aldığınız) ev için de yapmayı unutmayın. Bazen de istenmeyen üzücü bir olayla karşılaştığınızda veya misafire denk geldiğinizde uygulamanızda fayda görüyorum. Zaten siz kendiniz hissedeceksiniz. Sık seyahat edenler için ise otel odalarının arındırılması faydalıdır. Sonuçta sizden önce oralarda kimlerin kaldığını, nasıl olaylar yaşandığını ve ne tür izler bıraktıklarını bilemezsiniz.

Hepinize kötü enerjilerden arınmış huzurlu günler dilerim.

19 Aralık 2012 Çarşamba

KANLI OKUL SALDIRISININ PERDE ARKASI

Amerika, Başkan Obama dâhil, acımasızca katledilen çocuk kurbanlarına ağlıyor. Connecticut Eyaleti Newton kentinde Sandy Hook İlkokuluna düzenlenen silahlı saldırı sonucu 20’si çocuk 28 kişi hayatını kaybetti. Bu yazımda, televizyonlarda seyrettiğiniz iç burkan görüntülerin ve gazetelerde yayınlanan üzücü resimlerin tekrarına girmektense, benzer olayların gerisinde yatan, kendileri de birer çocuk olan saldırganların, gözlerini kırpmadan sınıf arkadaşlarını ve öğretmenlerini öldürmeye götüren psikolojilerine, buna yol açan asıl faktörlere değinmek istiyorum.

Öncelikle yapmış olduğum araştırmalar gösteriyor ki okullara yönelik saldırılar, Amerika dâhil daha pek çok ülkede benzer özellikler göstermekte.

Okul saldırılarının tarihçesi
- ABD: 91 saldırı ve 259 ölüm. İlki 1966 yılında gerçekleştirilen saldırıların sadece 13’ü ölümle sonuçlanmamış.
- Avrupa: 16 saldırı ve 91 ölüm. 3 saldırıda ölen yok. Okullara yönelik ilk saldırı 1913 yılında kaydedilmiş.
- Kanada: 9 saldırı ve 26 ölüm. Sadece bir saldırıda ölen olmamış. İlk saldırı 1902.
- Güney Amerika, Asya, Avustralya: 8 saldırı ve 29 ölüm. Bütün saldırılarda en az bir ölüm gerçekleşmiş. İlk kaydedilen saldırı; 1997.

Saldırganların ortak özellikleri; 14-20 yaş arası erkekler, aile içi yaşanan sorunlar ve reddedilme, ileri düzeyde psikolojik bozukluklar, uyuşturucu ve diğer tehlikeli ilaçların farklı amaçla kullanılması, okulda zorbalığa uğramak ve dışlanma, düşük ders notları ve sınıf kaybı, ani öfke nöbetleri.

Neden okullara saldırıyorlar? Alfred Universitesi tarafından kendi öğrencileri arasında yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre saldırıların sebeplerinin aşağıdaki gibi olabileceği değerlendirilmiş.

1. Kendilerine zarar veren kişilerden intikam almak (87%)
2. Diğer öğrencilerin uyguladığı zorbalıklar (86%)
3. Yaşama değer vermemeleri (62%)
4. Evlerinde maruz kaldıkları şiddet (61%)
5. Psikolojik bozukluklar (56%)
6. Rahatça silah bulabilmeleri (56%)
7. Aileyle geçimsizlik (55%)
8. Evlerinde şiddete şahit olmaları (54%)
9. İçki ve uyuşturucu madde kullanımı (52%)
10. Arkadaşlarının olmaması (49%)

11. Televizyonda, filmlerde ve video oyunlarındaki şiddet (37%)
12. Yaşadıkları mahallenin tehlikeli olması (34%)
13. Başkalarının yönlendirmesi (28%)
14. Öğretmenlerin umursamazlığı (26%)
15. Kendi güvenliklerinden korkmaları (20%)
16. Sadece canları sıkıldığı için (18%)


Ulusal Suç Analizleri Merkezi’nin (National Center of the Analysis of Violent Crime) gerçekleştirdiği “Okullarda Suç” araştırmasına göre ise toplumun bu konudaki kimi düşüncelerinin hatalı olduğunun altı çiziliyor. Okullara yönelik saldırıların genel bir salgın olmadığını, bütün saldırganların ortak özellikleri taşımadığını, hepsinin dışlanmış kişilerden oluşmadığını ve sebebin her zaman intikam olmadığını ama en önemli sorunun, suçluların silahlara kolay erişimi olduğunu belirtiyorlar.

Ayrıca araştırmada sadece bir sebebe bağlı kalmaksızın saldırganın hem aile, hem okul hem de sosyal çevresinde yaşanan olayların ortak etkilerinin şiddet eylemlerine yol açtığını tespit etmişler. Bu tür eylemlere eğilimi olan bireylerin ortak bileşenlerini dört noktada özetlemişler.

Kişisel karakter ve davranış özellikleri Kolay hiddetlenmek, öfke kontrol sorunu, arkadaşlarıyla uyum problemi, günlük yaşanan olağan sorunlarla mücadelede yetersizlik, duygusal ilişkilerin getirdiği ayrılıklar, adaletsizliğe uğrama duygusu, depresyon belirtileri, narsist kişilik, dışlanmak, başkalarını dışlamak, devamlı özel ilgi beklemek, diğerlerine üstünlük duygusu, sıklıkla başkalarını suçlamak, özgüven eksikliği, hoşgörüsüzlük, biçimsiz ve uygunsuz şakalar yapmak, başkalarını kontrol etmeye çalışmak, güvensizlik, kapalı bir sosyal grupta yaşamak, davranışlarda ani değişimler, katı kararlar vermek, şiddete olan eğilim, çevresini tehdit etmek.

Aile yapısı
Çalkantılı çocuk-ebeveyn ilişkisi, patolojik davranış eksikliği, silahlara kolay erişim, samimiyet eksikliği, aile içinde ya çok tutucu ya da aksine aşırı serbest kurallara maruz kalmak, televizyonun ve internetin takip edilememesi.

Okul yapısı
Okuldan kopuk bir görünüş çizmek, uygun olmayan davranışlara gösterilen müsamaha, disiplin kurallarının yetersiz kalması, okul içerisinde öğrencilerin (örneğin notu daha iyi olanların) kayırılması, öğrencilerin kendi aralarında sessiz kod uygulaması, internete kontrolsüz erişim, okulun genel güvenlik zafiyeti.

Sosyal yapı
Medya ve teknoloji, arkadaş grupları, alkol ve uyuşturucu, okul dışı ilgi alanları, kopya etkisi (başkalarını örnek almak).

Bu tür eylemler ve doğurduğu üzücü sonuçlarla ilgili yapılmış yüzlerce araştırma, yazılmış makale mevcut. Hepsinin ortak amacı benzer eylemlerin ileride tekrarlanmasına engel olmak ve mümkünse doğru tanı yöntemleriyle risk oranını en aza indirmek.

Türkiye’deki tablo
Türkiye’ye bakacak olursak, ortada işlenmiş bu boyutta bir katliam olmasa da karnesindeki kırıklar yüzünden ya da sevgilisinden ayrıldığı için dershane terasından atlayarak intihar eden öğrenciler olduğu gibi lise önlerinde birbirlerine taşlı sopalı saldıran çetelerin varlığı da yok sayılamaz. Her gün haberlerini şaşkınlıkla okuyoruz. Üniversitelerimizde yaşanan ideolojik şiddette, futbol takımı taraftarları arasında geçen anlam veremediğimiz nefret ve kinin gerisinde de benzer motivasyonların izlerini görmek mümkün.

Bizim tek farkımız sanırım silaha kolay ulaşmada önümüze konan engeller ki aksi nasıl olurdu? Düşünmek bile istemiyorum.

Son olarak da ebeveynlerden tutun da okul yetkililerine, öğrencinin yakın arkadaşlarından servis şoförlerine kadar yukarıda sıraladığım ortak belirtiler ve sosyal koşullar göz önüne alınarak bizim de gençlerimize artık daha duyarlı ve bilgili yaklaşmamız gerekiyor. Farklı ülkelerde yaşanan üzücü olayları sadece televizyonda seyretmek yerine benzerlerinin farklı ölçekte de olsa ülkemizde yaşandığını görerek önüne geçmek adına üzerimize düşen görevleri yapmalıyız.

Gençlerimiz, hem bizim geleceğimiz hem de dünyaya yön verebilecek birer cevherdir.

www.cancavusoglu.com

15 Aralık 2012 Cumartesi

ASKERDE ADAMA NASIL FORMAT ATILIR?

Komutanım?
Söyle.
Şimdi bu PKK’lılar ölüyor ya cehenneme gidiyorlar.
Evet.
Biz de ölünce cennete gidiyoruz.
Doğru.
Peki ya orda da savaşmaya devam edersek? Ve bunun sonu hiç gelmezse.
Ne diyorsun oğlum sen?
Ya, ben öldüm diyelim, siz de öldünüz ve cennette gene benim Komutanımsınız, orda da savaşıyoruz.
(Sessizlik)
Bilmem... Olabilir aslında, mantıklı.
O zaman belki biz cennetteyiz.

Hayatta gerçekliğin anlamını yitirdiği anlar da vardır. Sizi bu tür karmaşık ve aldatıcı ruh hallerinin tam başlangıcına yani filmin daha fikir aşamasındaki en yalın haline götürmek istiyorum. Filmin ana fikri; eğer bir insanı ölmüş olduğuna inandırırsanız o zaman ne ölümden korkar, ne karnı acıkır, ne uykusuzluk çeker, ne de yorulma bilir. Çünkü ölüdür. Geriye sadece programlandığı işi yapmak kalır; savaşmak.

Askerliğini Güneydoğuda yapmış olanların anılarını belki dinlemiş, bu konuda yazılan kitapları okumuş, güzel ve gerçekçi filmler izlemiş olabilirsiniz. Ama sürecin psikolojik boyutunu hiç düşündünüz mü? Bu yazımda askerlikteki pek çoğumuza mantıksız gelen ama sistem açısından oldukça mantıklı beyin formatlama yöntemlerini anlatacağım.

Askerler neden bütün gün ot yolarlar?
Bir taş parçasını sabahtan akşama kadar taşımanın mantığı nedir?
Bir asker, ağaç karşısında yüzlerce kere selam verirse ağaç ne hisseder?

Bu ve benzeri eylemlerin hiçbiri ceza veya askere işkence olsun diye yaptırılmaz. Arkasında daha önemli bir mantık silsilesi yatmaktadır. Değişik şehirlerden, farklı kültürlerden ve eğitim seviyelerinden gelmiş binlerce askerden oluşan bir topluluk düşünün. Bu topluluk içerisindeki bireyler, askerlik öncesi hayatlarında birer haylaz, hırsız, kumarbaz, madde bağımlısı, yalancı olduğu gibi tembel, mızmız, anasının kuzusu veya çok akıllı, atak, cesur ve korkusuz olabilirler. İlk bakışta bunları birbirinden ayırmanızın imkânı yoktur, sonuçta konu askerliktir ve yapılacaktır.
İşe takometreyi sıfırlamakla başlanır. Takometreyi sıfırlamaktan kastım kişinin bu zamana kadar öğrendiği kötü alışkanlıklarından, uygunsuz düşüncelerinden ve eylemlerinden arındırılması sürecidir. Kişinin bilincine ve özüne kısaca format atmaktır. Böylece asker, verilen emirlerin arkasında bir mantık veya soru işareti aramaksızın komutu yerine getirir. Bunu yapmak için de önceden oluşturulmuş olan kişisel mantığının ortadan kaldırması gerekir. En basit ve başarılı yolu ise tam tersi işlemlere maruz bırakarak mantığın oto-kontrolünü ortadan kaldırmaktır. Genelde askerliğin ilk ayı böyle geçer, uygulama süresi kişiye göre değişir ve zaman alır. Emek gerektirir.

Takometre sıfırlandıktan sonra (ne kadar becerilirse artık) bu sefer de kişinin karakterine ve bilincine yeni davranış şekilleri ve neden-sonuç ilişkileri yüklenmek gelir. Yalan söylemeyeceksin, çalmayacaksın, dürüst olacaksın, elindekini paylaşacaksın, güçsüzü kollayacaksın, çoraplarını yıkayacaksın, botlarını boyayacaksın, banyo yapacaksın, her sabah erken kalkıp yatağını düzelteceksin, kavga etmeyeceksin, komutanının emirlerine harfiyen uyacaksın ve daha pek çok kavram ve davranış şekilleri kişiye sil baştan yüklenir. Haykırarak söylenen marşlarla askerlik bilinci ve vatana bağımlılık duyguları pekiştirilir.
Türküm ben, komandoyum,
Oğuz neslidir soyum,
Yeryüzünü titreten Fatih’lerin oğluyum.

Komando için ise işler biraz farklıdır. Bilinç güncelleme ve yeniden yapılandırma çalışması biraz daha ileri boyuta taşınır. Askerler saatlerce ve uzun mesafeler boyunca yürütülür, buna intikal denir. İntikallerin en kısası bir gündür. Siz hiç bir tam gün boyunca hem de uyumadan yürüdünüz mü? İnsan vücudu öyle bir mekanizmadır ki sınırlarını kavradığınızda kendiniz bile şaşarsınız. En zor koşullarda, en ağır eğitimlerden geçen komandolar artık öyle bir kıvama gelmiştir ki bilinç yapılandırmanın son evresine geçilir.
Buna ben “Superman” psikolojisi diyorum. Kişi kendisini o kadar güçlü, korkusuz, o kadar çevik ve yenilmez hisseder ki artık ölümden korkmamaya başlar. Günlerce aç susuz kalabilir, öldürmek için elleri dâhil her türlü silahı kullanır, en beklenmedik arazi ve hava koşuluna adapte olabilir ve sonunda hayatta kalmayı başarır.

Artık yenilmezdir…
Eğitim son haftasında şirin sigortacılar belirir, çok içten ve sevecen davranırlar.  Amaçları Hayat Sigortası satmaktır. Tereddüt etmeden imzalar atılır. Ve o imza ile aslında bilinçte kalan son pürüz de törpülenip atılmış olur. Bir basit imza ile aslında kişi ölümünü kabullenir.

Tabi bir Tim komutanı olarak bu tür bir eğitimden sonra elinizden geldiğince timinizdeki o çocukların eksik kalan bilgilerini kişisel çabalarınızla tamamlamaya çalışırsınız. Çünkü tiyatro sona ermiş gerçek askerlik başlamıştır. Artık dağda, bir operasyonda, teröristlerin peşindesinizdir. Kurşunlar gerçektir, el bombaları da. Bir süre sonra fark edersiniz ki aslında onlar da kendi mantıklarında sizin gibi çoktan ölümü seçmiş birer Superman’dir.
Bundan sonrasında, her şey kazasız belasız biterse askerler teskerelerini alır. Ailelerine, sevenlerine kavuşur. Fiziksel olarak her şey yolundadır, mutlu bir son gibi gözükse de yaşananların arkasındaki psikolojik sarsıntı pek gün yüzüne çıkmaz. Bir ay öncesine kadar Superman olduğuna inanmış birinin gerçek hayata uyum sağlaması yıllar sürecektir (Vietnam Sendromu ya da diğer nazik adıyla Post Travmatik Stres Bozukluğu). Birer ölüm makinasına dönüştürülen bireylerin kimisi avukattır, öğretmendir, benim gibi yazardır, esnaftır, kimisi taksicidir, elektrikçi ya da balıkçıdır. Her an patlamaya hazır pimi çekilmiş bir saatli bombanın “tık tık” sesleri arasında hayatımıza karışır, gözden kaybolurlar. Asıl dünyanın korktuğu da Türkiye’nin bu görünmez ordusudur.

Size basit bir matematik hesabı yapacağım, ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Eğirdir Dağ Komando okulunda yılda üç dönem vardır. Her dönemin sonunda yaklaşık 400 Yedek Subay mezun olur ve hemen hepsi, birer time Komutan olarak atanır. Bir timde komuta ettikleri asker sayısı ortalama 16-18 arası değişir. Yılda 1.200 Tim eder yaklaşık 20.00 asker. 1990’dan 2010’a kadar, yaş aralığı 20-40 olan 400.000 kişi düşünün.

Komutanım, mağaraya ilk ben gireyim.
Neden?
Hüso’nun geçen hafta oğlu oldu.
Tamam, kurşungeçirmez yeleği giy.
İçerisi dar ama rahat edemem.
Giy lan!

12 Aralık 2012 Çarşamba

ÖTEKİ VE AYKIRI YAZARLAR AYI SÖZLÜK’TE BULUŞTU

Belli bir cismi ve kütlesi olmayan, adına İnternet dediğimiz, elektron mikroskobu ile dahi göremediğimiz bir organizma, pizza siparişimizden faturalarımızı ödemeye, uzaktaki arkadaşlarımızla iletişimden gazetelerimizi ücretsiz okumaya kadar daha pek çok konuda hayatımızla adeta bütünleşmiş durumda. Bilgi konusunda Dünya’nın tüm kütüphanelerini iki parmak hareketiyle ekranımıza taşıyan, sonunu kestiremediğimiz, sınırları keşfedilmemiş bir okyanus… 

Bu söyleşime konu olan interaktif sözlükler ise bildiğimiz sözlüklerden esinlenilerek oluşturulmuş, etkileşime dayanan ama aynı zamanda bu sonsuz bilgi yığınlarının çoklu ortamda derlenip toplanması sayesinde kullanıcılarına kolayca erişim sağlayan, sosyal olmanın yanı sıra bir o kadar da eğlenceli oluşumlar. İnteraktif sözlüklerde, üyeler çeşitli kavramlar hakkında “giriş” adı verilen yorumlar yazmakta. Ülkemizde yaklaşık 700.000 sözlük yazarı, 7.000.000 okuyucu kitlesi bulunmakta.
Son zamanlarda LGBT bireyler arasında kullanıcı sayısı hızla artarak öne çıkan Ayı Sözlük ve kurucusu “Dark Bear” (tabii bu kurucunun kod adı oluyor) ile genelde interaktif sözlükleri özelde ise Ayı Sözlüğü konuşma fırsatı buldum.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Aslımız göçmendir, 11 senedir İstanbul'da yaşıyorum. 32 yaşındayım. Elektronik Bölümü mezunuyum. Özel bir şirketin AR/GE bölümünde çalışıyorum.

Türkiye’de halen kullanımda pek çok interaktif sözlük var. Bunlara bir yenisini eklemek biraz riskli değil miydi? Siz Ayı Sözlük’ü oluştururken neler düşündünüz?
Türkiye'de dediğiniz gibi interaktif sözlüklerin sayısı bir hayli fazla, çoğunun tarzı birbiriyle hem şekil hem de kullanım açısından benzeşiyor. Özellikle son dönemde her üniversitenin bir sözlüğü var ya da yapım aşamasındalar. Uzun yıllardır Türkiye'nin en bilinen ve okunan sözlüklerinde yazarlık yapmaktayım, Türkiye'deki transfobinin ve homofobinin maalesef bu tür platformlarda da var oluşu, benim gibi yazarların istediklerini özgürce yazamamalarına sebep olabiliyor. Ayı sözlüğün kuruluşundaki en önemli etken, özellikle cinsel yönelimi sebebiyle ötekileştirilen birçok yazarın böyle bir sözlüğe ihtiyaç duymasıydı. Bir LGBT sözlüğünün var oluşu ve yazarlarının burada kendi tecrübelerini en basit dille paylaşmaları, eşcinselliklerini kabul etmeye çalışan genç LGBT bireylerin bu süreci daha kolay ve sancısız atlatmalarını sağlayacak. Her yerde konuşulamayan birçok konu hakkında Ayı Sözlük sayesinde bilgi sahibi olmak mümkün olabilecek. Biz de bu amaçlarla yola çıktık.

Ayı Sözlük’te en çok giriş yapılan başlık hangisi? Ve sizce neden?
En çok giriş yapılan "sohbet" ve "an itibariyle dinlenen şarkılar" başlıklarından sonra 3. sırada "ayı sözlük itiraf" başlığı geliyor. Bu başlığın çokça giriş almasının sebebi ise LGBT bireylerin gerçek yaşamlarında özgürce paylaşamadığı konuları, başlarından geçen anıları ve düşünceleri burasını bir dert ortağı yerine koyarak paylaşmalarından olsa gerek. Eğer kişi çevresindeki sorunları, sevinçleri, mutlulukları, hayatındaki önemli gelişmeleri gereken o önemli anda rahatça paylaşabileceği birilerini bulamıyorsa bunu sözlüğümüze yazarak biraz olsun rahatlıyor. Bir nevi azınlık psikolojisi gibi düşünün; özgürlükleri kısıtlanan ve ötekileştirilen LGBT bireylerin kendilerini rahatça ifade edebilme arzusu olarak görüyorum.

İnteraktif sözlüklerin amiral gemisi sayılan Ekşi Sözlük, son zamanlarda hakaret davalarıyla gündeme geliyor. Ekşi Sözlük, acaba asıl kuruluş amacından sapmaya mı başladı? Ayı Sözlük’te bu tür sorunlarla hiç karşılaştınız mı?
Yayına başladığımız andan günümüze böyle bir dava durumuyla karşı karşıya kalmadık. Demokrasinin temel ilkelerinden birisi olan düşünce özgürlüğü ve kişilerin bunu yazılarına yansıtması kadar doğal bir şey olamaz. Bunun dava boyutuna taşınması ise özgürlüklere baskı uygulayarak kişilerin ellerinden almaktır. Ülkemizde kâğıt üzerinde var olan ama aslında yok edilmiş birçok benzer özgürlük mevcut diye düşünüyorum.

Organizasyon yapınız nasıl? Aranızda bilgi akışını nasıl sağlıyorsunuz? Ayı Sözlük ile ilgili bazı teknik detayları bizimle paylaşır mısınız?
Ayı Sözlük’te 2 kurucu, 2 webmaster, 5 moderatör, 13 editör ve 55 ispitçi yazar bulunmakta. İspitçiler, hatalı girişleri yönetime bildiren arkadaşlardır. Bunun dışında bizi görsel medyada temsil eden ve hukuk danışmanlığımızı yapan 2 yazarımız daha sözlüğümüze katkı sağlamakta. Günden güne artan bir ziyaretçi sayımız oluştu, sözlüğümüzü son dönemde günde ortalama 700 kişi ziyaret ediyor. İlk açıldığımız aylarda günlük 120 giriş ortalamamız varken, ilk 6 ay sonunda 200 girişe ulaştık. Son 2 aydır günlük giriş ortalamamız ise 370’leri bulmuş durumda. Şu anda sözlüğe katkı sağlayan toplam 615 kullanıcı bulunmakta. Bu kullanıcıların 350’si yazar, 265’i ise çaylak konumundalar. Çaylaklar, bizim yazar adaylarımızdır. Yazar olmak için ise öncelikle kurallara uygun 10 giriş yapmaları gerekir. Ayrıca son 1 ayda sözlüğümüze yeni 83 kişi kaydoldu ve bu günden güne artarak devam etmekte.

Sosyal Medya Haber Sitesinin İnteraktif Sözlükler Haziran 2012 sıralamasında 2964 giriş ile 25 sözlük arasında 22. Sırada yer alırken, Kasım 2012’de 10603 giriş ile 27 sözlük arasında 7. sıraya yükselerek adeta zirveyi zorlamaya başladınız. Bir anda artan bu popülerliğinizi siz neye dayandırıyorsunuz?
İnteraktif sözlükler sıralamasında açıldığımız ilk günden itibaren önemli bir giriş adedine sahiptik, tabi bu sıralamayı yapanların öncelikle bizden haberdar olmaları gerekiyordu, bunun sonucu listeye biraz geç dâhil olduk. Bu sıralamaya girmiş olmamız ise bizim yükselmemize etken olmadı, sürekli yükselen bir ivmeye sahip oluşumuzun sebebi sadece yazarak değil aynı zamanda etkinlikler oluşturarak sosyalleşmemizden kaynaklanıyor. Bu geçen 15 ay boyunca düzenlediğimiz 23 zirve bence bu yükselişin en büyük sebebidir. Yazarların bir araya gelerek çeşitli sosyal etkinliklere katılabiliyor olması sözlükteki motivasyonu her zaman en üst düzeyde tutuyor. Sosyal medyayı doğru kullanarak insanları bizden haberdar etmemizde bu yükselişin diğer bir sebebi diyebilirim. Ayrıca 12 Kasım 2012’de İMC TV’de yayınlanan "Mor Bülten" programına katılmamızın toplumu bilgilendirme açısından çok yararını gördük.

Sizce interaktif sözlüklerde Türkiye olarak hangi noktadayız? Ayı Sözlük olarak yeni projeleriniz ve hedeflerinizi öğrenebilir miyiz?
Türkiye, aslında diğer birçok Dünya ülkesinden farklı bir konumda bulunuyor. 80’lerin ihtilal dönemini yaşamış bir ülkeyiz; özgürlüklerin sürekli kısıtlandığı, emeklerin baltalandığı, insanların ötekileştirildiği ve düşünce, ırk, din, cinsel yönelimlerinden dolayı bireylerin hapsedildiği, sürüldüğü ve öldürüldüğü günler yaşadık. Geçmişten günümüze gelen baskılar neticesinde kişiler hala özgür ve gerçek düşüncelerini internet ortamında bile takma bir rumuz arkasına saklanarak ifade etme mecburiyetinde kalıyorlar. Örneğin ülkemizdeki LGBT bireyler herkes gibi eşit haklara sahip olsaydı ve kendilerini özgürce ifade edebilselerdi, ne biz Ayı Sözlük’ü açardık, ne de bu insanlar bizde yazarlık yapma ihtiyacı duyarlardı.

Yeni projelerimizden ise Ayı Radyo’yu sayabilirim, yayına yeni başladık, tam anlamıyla etkin bir radyoya dönüşmemiz için halen ekip oluşturma aşamasındayız. Radyoculuğu profesyonel olarak yapmış yazar arkadaşlarımız da var ve onların tecrübelerinden faydalanıyoruz. İlerleyen dönemde bir dergi düşünüyoruz, birde aramızdaki müzisyen yazarlardan oluşan bir müzik grubu kurma çabamız var.
Sözlüğümüz her konuda yazacak, sesini duyuracak, etkinlikler düzenleyecek ve bizden olanlara yol göstermeye devam edecektir. Ayı sözlük hakkında tam anlamıyla fikir sahibi olmadan ve sonucunda bizi kötü yönde eleştiren diğer LGBT bireylere buradan sizin aracılığınızla seslenmek istiyorum; “lütfen bize daha yapıcı yaklaşın ve köstek yerine destek olun. Eleştirilerinize elbette sonuna kadar açığız, en azından öncelikle Ayı Sözlük’ü olması gerektiği gibi kullanmayı denedikten sonra bir eleştiride bulunursanız bizim de hatalarımızı görmemizi sağlarsınız.”

Son olarak Metrosfer’e bize bu imkânı sağladığı için çok teşekkür ederim.
Ayı Sözlük Web Sitesi: http://www.ayisozluk.com/
Facebook: http://ayisozluk.com/lnk/fcbook
Twitter: http://ayisozluk.com/lnk/twtter
Google+: http://ayisozluk.com/lnk/google
Mor Bülten Programı: http://ayisozluk.com/lnk/mblten

8 Aralık 2012 Cumartesi

1 ARALIK GENÇ İNİSİYATİFİ AIDS'LE MÜCADELE EDİYOR

1 Aralık Cumartesi tüm Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de eş zamanlı düzenlenen aktivitelerle HIV/AIDS konusunda ortak bilinç oluşturulmaya çalışıldı. Dünya AIDS Günüyle ilgili araştırmalarımı yaparken “1 Aralık Genç İnisiyatifi” adında ama özellikle bu konuda mücadele veren henüz taptaze bir oluşumla tanıştım. Kendisi halen Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda Üreme Sağlığı Akran Eğitimleri Projesini yönlendiren ve aynı zamanda 1 Aralık Genç İnisiyatifi’nin Ulusal Koordinasyonunu yürüten Sayın Bulut Öncü ile faaliyetleri hakkında sizler için bir söyleşi gerçekleştirdim.

1 Aralık Gençlik İnisiyatifi hangi amaçla ve ne zaman kuruldu?
1 Aralık Genç İnisiyatifi; Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG), Türk Tıp Öğrencileri Uluslararası Birliği (TURKMSIC) ve Genç Akran Ağı (Y-PEER) Türkiye tarafından 2011 yılında kuruldu ve bu zamandan beri Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) tarafından desteklenmektedir. Gençlerin cinsel sağlığı ve üreme sağlığı alanında çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşları olarak gençlerin mesajlarını daha güçlü iletebilmek için bir araya geldik. 1 Aralık Genç İnisiyatifi’nin temel amacı 1 Aralık Dünya AIDS Günü’ne gençlerin de katılımını sağlamak… Yani inisiyatif olarak cinsel sağlık eğitimi ihtiyacını ortaya koymaya, HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin insan haklarına dikkat çekmeye ve ayrımcılıkla mücadele etmeye çalışıyoruz.
 
Neden özellikle HIV/AIDS konusuna dikkat çekmeyi seçtiniz?
UNAIDS’in verilerine göre gelecek 24 saatte Dünya’da 7400’den fazla insan HIV/AIDS ile tanışacak ve bunların yarısına yakını 25 yaşın altındaki gençlerden oluşacak. Türkiye’de ise 72 milyonluk nüfusun ciddi oranı 25 yaşın altında. Ayrıca 2007 yılında Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ve Nüfusbilim Derneği’nin yürüttüğü Türkiye’de Gençlerde Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Araştırması’na göre;

- Her 3 gençten 2’si HIV ile yaşayan biriyle aynı odada olmaktan kaygı duyuyor.
- 10 gençten 9’u HIV/AIDS’i bilmiyor.
- Türkiye’de her 10 gençten yalnızca 1’i HIV/AIDS hakkında kendini koruyacak bilgiye sahip.

Aslında tüm bu veriler HIV/AIDS’in gençler için önemini ortaya koyuyor. Bununla birlikte doğru bilgiye ulaşmakta da gençler ciddi sıkıntı yaşıyor. Örneğin HIV/AIDS, sosyal ilişkilerle, aynı odada bulunmakla, öpüşmekle, dans etmekle, tuvaletten veya sivrisinekten bulaşmamaktadır. Korunmasız her türlü cinsel ilişkiyle, kan ve kan ürünleri ile ya da anneden bebeğe geçebilir. Ayrıca HIV/AIDS ile yaşayan bireyler cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, yaş, sosyoekonomik durum, iş güvencesi gibi sebeplerle sağlık hizmetlerinden yoksun kalabilmektedir. Biz bu nedenle ‘’HIV/AIDS öldürmez, ön yargılar öldürür! Ön yargılardan uzak cinsellik konuşmak her gencin başlıca hakkıdır’’ diyoruz. Doğru zamanda doğru ilaç tedavisiyle HIV pozitif bireylerin AIDS evresine geçmeden sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdürebileceklerini anlatmaya çalışıyoruz.
 
Geçtiğimiz Cumartesi Dünya AIDS Günü’ydü, bu konuda ne tür aktiviteler gerçekleştirdiniz?
Bu önemli gün kapsamında Türkiye çapında Ankara, İzmir ve İstanbul başta olmak üzere 30’dan fazla şehirde çeşitli etkinlikler düzenledik. Ankara’da Üreme Sağlığı Eğitimlerini kapsayan stantlarımız Konur Sokak ve Karanfil Sokak’ta açıldı. Film atölyelerinden biri Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde gerçekleşti. Diğeri ise büyük ihtimalle gelecek hafta içerisinde Adana’da yapılacak. Bu faaliyetlere ek olarak basın açıklamalarından prezervatif (kondom) partilerine kadar birçok etkinlik düzenledik. Özetle; gençler üreme sağlığı haklarını talep ettiler ve bu alandaki ihtiyaçlarını ve isteklerini ortaya koydular.
 
1 Aralık Gençlik İnisiyatifi’nde gönüllü olmak ve etkinliklerde yer almak isteyenler gençler nasıl bir yol izlemelidir?
İnisiyatife gönüllü olmak isteyenler düzenli olarak www.1aralik.com web sitesini takip edebilir. Ayrıca www.tog.org.tr sitesinden Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın çalışmalarına dâhil olunarak Üreme Sağlığı Akran Eğitimleri Projesi’ne ve 1 Aralık çalışmalarına katılabilirler. Bununla birlikten Facebook ve Twitter üzerinden de çalışmalara destek vermek mümkün. Konu ile ilgili bilgi almak veya sorularını sormak isteyenler de www.birgenclikhikayesi.com ‘u ziyaret edebilir.
 
İleriye yönelik hedefleriniz nelerdir?
Biz gençler olarak, HIV/AIDS ile ilgili önyargılardan kurtulmak için doğru bilgiye ihtiyacımız olduğunun altını çiziyor, okullarda kapsamlı bir cinsel sağlık ve üreme sağlığı eğitimi verilmesinin ihtiyacını vurgulayarak bilgiye ve sağlık hizmetlerine erişim hakkımızı talep etmek için gelecek senelerde de 1 Aralık’ta üniversite kampüslerinde, sokaklarda ve meydanlarda olacağız. Biz gençler, HIV/AIDS’in bir başkasının meselesi olmadığını hepimizin meselesi olduğunun bilincinde, sosyal ayrımcılık ve damgalanmaya karşı, doğru bilgi edinme ve öğrenme hakkımız için, elimizin uzanabildiği her yere dokunmak adına gençliğin değişim gücüyle sesimizi duyuracağız.
 
Peki, Türkiye’deki tabloyu yakından görebilmemiz açısından AIDS ile ilgili verileri kısaca bizimle paylaşır mısınız?
Türkiye’de ilk HIV vakası 1985’te açıklandı. Sağlık Bakanlığı Haziran 2011 verilerine göre Türkiye’de kayıtlı AIDS vakası 4 bin 826’dır. Aralık 2010 verilerine göre 2000 yılında Türkiye’de yeni vaka sayısı 158 iken, 2004’te 210, 2007’de 376 ve 2010’da 627’dir.
 
Okurlarımıza son bir mesajınız var mı?
Gençleri ilgilendiren konularda gençlerin karar alma mekanizmalarına aktif katılımı ve bu katılımın önündeki engellerin ortadan kaldırılması çok önemlidir. Gençlere nesne olarak değil özne olarak yaklaşmak gerekir. Bununla birlikte cinsel sağlık eğitiminin yaşa uygun ve kapsamlı olarak zorunlu eğitim müfredatında yer alması gerekliliği mevcut verilerle de desteklenmektedir. Ayrıca gençleri yargılamayan ve ayrımcılıktan uzak bir yapıda kurgulanması gereken genç dostu sağlık hizmeti veren kuruluşların yaygınlaştırılmasını talep ediyoruz. Gençler olmadan, gençler için olmaz!
 
www.cancavusoglu.info

3 Aralık 2012 Pazartesi

1 ARALIK DÜNYA AIDS GÜNÜ İÇİN…

Londra
Ünlü bir petrol şirketinin, şehrin en şık gökdeleninin 40. katındaki toplantı salonundayız. Kelli felli, takım elbiseli beyin takımı, en pahalı deriden özel yapım koltuklarda, ellerinde viski, ekrandaki sunuma pür dikkat dinlemekteler. Füsun, yaşamı boyunca karşısına çıkan her türlü kariyer engelini karşı dimdik ayakta durmayı başarmış, masadaki tek iş kadını, aynı zamanda şıklığı ve gözlerindeki yaşam ışıltısıyla diğerlerinden hemen ayrılmakta. Bir süre sonra telefonuna bir mesaj geldiğini hatırlatan kırmızı ışığın yanıp sönmesiyle eli isteksizce telefonuna doğru kayar.

- Neden cevap vermiyorsun?
- Çok önemli bir toplantıdayım.
- Konuşmalı hatta görüşmeliyiz. Acil? Şimdi?
- İmkânsız.
- Sana yalvarıyorum…
- Buradan yaz.
- Hastayım, ölüyorum.
- Saçmalama…
- Bu konu seni de ilgilendiriyor.

Yüzü sapsarı, Füsun yavaşça koltuğundan kalkar ve masada kendisini izleyen şaşkın bakışların arasından pencereye doğru yönelir. Gözlerini kaparken havalandırmanın kulpunu açar. Yaşam, kariyer ve aşk onunla beraber bir anda toplantıyı terk ederler.
İstanbul
Taksim’in en popüler gey kafelerinden birinden sokağa mutluluk dolu kahkahalar yükselmektedir. Bir tek herkesten uzak, loş köşede oturan iki kişi, eğlenceli, güllümlü kalabalığın arasında amaçsızca durmaktadır. Onların bu sessizliği, zamanın akıp giden her dakikasında diğerlerinin anlamsız gürültülerine karışır. Yaşça büyük olan, çoktan soğumuş kahvesinden boğazında düğümlenmiş kelimeleri ıslatmak adına büyükçe bir yudum alır.

- Şimdi ne yapacaksın?
- Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.
- Ailenle konuştun mu?
- Deli misin sen? Direk kapı önüne korlar.
- Beraber olduklarına dürüst davranmalısın.
- Korkuyorum.
- Peki, ben ne yapabilirim?
- Ölmek istiyorum. Yardım eder misin?
- Hadi be…
- Gerçekten.

Samsun
Sevinç çığlıkları doğumhanenin kalabalık koridorları boyunca yankılanır. Birbirine sarılanlar, tebrik edenler, hediyeler, çiçekler ve mutluluk gözyaşları… Sarışın, uzun boylu güzel hemşire, gülümseyerek henüz bir günlük çocuğu Nigar’ın kollarına usulca bırakır. Bebek yavaşça gözlerini aralar ve yüzünde bir tebessümle annesine sanki bir şeyler söylemeye çalışır gibi dudaklarını oynatır.

- Beni niye doğurdun?
- Yaşaman gerekiyordu, bir süreliğine de olsa bu dünyayı görmelisin.
- Çok acı çekecek miyim?
- Bilmiyorum.
- Sen gittikten sonra bana kim bakacak?
- Anneannen var, sen orasını merak etme.
- Ya babam?
- Babanı hiç tanımadım.
- Peki, adım ne benim?
- Umut.

Antalya

- Benim de kafamı kırsana.
- Başka şırınga yok ki!
- Olsun, zaten ölmüşüm, ha bugün, ha yarın.
- Emin misin?
- Lütfen…

Genç çocuk, derme çatma tek gözlü bir gecekonduda, soğuktan titreyen elleriyle isteksizce malzemeleri hazırlamaya koyulur.
Hepimiz bir gün öleceğiz
Kanser, kalp krizi, şeker,
Trafik kazası, yangın, deprem,
Sel, savaş, cinayet,
Ve belki de AIDS.
Bu tabağa az kurusundan isteyemeyiz.
Çünkü ortaya bazen de karışık gelir.
Ama eğer bir gün hayat sınavında,
“Nasıl ölmek istersin?” sorusuyla karşılaşırsak,
Düşünmeden “E. Huzur içinde”, şıkkını karalarız.
AIDS için de umutlar tükenmedi.
Bu önemli günde sizden ricam;
Sevdiklerinizi her an kaybedecekmiş gibi,
İçinizdeki o insanoğlu insan adına,
Yakanızda basit bir kırmızı kurdele ile
Kendini erkenden tüketenlere destek olun,
Ve tüm Dünya’ya yalnız olmadıklarını haykırın.


Pozitif Yaşam Derneği: www.pozitifyasam.org