5 Ağustos 2012 Pazar

SİZ DE BİPOLAR MISINIZ?

Güne hep kötü başlarsınız. Nedense yataktan hiç çıkmaz istemez, alarmın ısrarlı çığlıklarına direnirsiniz. Çünkü uyku sizin saklandığınız en huzurlu yerdir. Bu dinginliğin sizden koparılmasına canınız epey sıkılır. O kritik anda sizi bekleyen bir işiniz, olası randevularınız ve sorumluluklarınız olsa da umursamazsınız. Bazen mücadeleyi kazandığınız ve neticesinde 12 saat uyuduğunuz günler de olur. İki senedir tedavi görmeme rağmen cep telefonumun alarmı hala 10’ar dakika arayla dört ayrı zamana programlıdır.

Sabahları banyo evin en kötü yeridir. Dişlerinizi fırçalamak bir külfet olsa da asıl sorun kapağı duşa atmaktır. Sanki o suyun sizi ayıltmasını istemezsiniz. Yüzünüz buruşur. Traş olmaya o kadar üşenirsiniz ki bunu akşamdan, daha uygun bir ruh halinde yapmaya çalışır, ertesi sabah öyle kalkmayı umarsınız. Bayanlarda ise sabah makyajı her zaman sakal traşına ağır basar.

İşe hep geç kalırsınız. Kahvaltıyı es geçer, hızlı bir kahve eşliğinde ilk sigaranızı yakar, biran önce yola koyulursunuz. Kendi aracınızla gidiyorsanız tempolu müzik size kendinizi iyi hissettirecektir. (Bu konuda benim kişisel tercihim Rock müziktir.) Toplu taşıma araçlarındaysanız eğer kulaklıklı radyo ve heyecanlı bir kanal, haberler de olabilir, ilginizi çekecektir. Çünkü araçtaki diğer kalabalık gözünüze korkunç görünür. Kimseyle konuşmak, göz göze bile gelmek istemezsiniz.
Çalışma masanızdaki ilk saatiniz genelde oyalanmayla geçer. Zira erken ve anlamsız toplantılardan hoşlanmaz, türlü mazeretler uydururarak kaçarsınız. Kendinize ayrılan günün bu yedek saatinde bolca gazetelere, Twitter’a, Facebook’a dalarak kafanızı günün geri kalanındaki çılgın çalışma temposuna hazırlarsınız. “Çılgın” tabirini kullandım çünkü beyniniz, sadece bir tek projeye odaklanamayacak kadar hızlı çalışmaya başlamıştır. Pekçok işe bir anda girişirsiniz; gerekli yerlere telefonlar açılır, fakslar yollanır, hal hatır sorulur, kısa bir iki toplantı yapılır, doğal rutininiz içerisindeyse bütçe ve harcamalarla ilgili hızlı kararlar alınır, reklam fikirleri derlenir, diğer çalışanlara ara gazı verilir, rakipler ve beraberinde bütün olası detayları gözden geçirilir.

Çalışma ortamınızda devamlı rakipleriniz vardır. Bu, kuşku götürmez bir gerçektir. Yüzünüze gülen bu insanları çok iyi tanırsınız. Attıkları her adımı izler, sözledikleri her sözden nem kaparsınız. Fısıldaşmaları sinirlerinizi bozar. Eğer analitik düşünce yapısına sahipseniz kafanızın içinde geçen her yeni fikirde durmadan ve usanmadan kendinize çoklu seçenekler oluşturursunuz. Önce olasılıkları tanımlamanız ve sonra A, B, C, D ve E’ler arasında gidip gelmeniz o kadar hızlı olur ki bir sonuca varmakta hiç zorlanmazsınız.
Karar vermek sizin için çocuk oyuncağıdır. Patronunuz da asıl bu yönünüzü sever. Verdiğiniz her karar, kararsızlıktan iyidir. Risk almaya bayılırsınız.

Ve, iş günü sona erer. Şanslıysanız 20:00 gibi özel hayatınıza geri dönersiniz.
Rahatlarken bile amacınızı aşarsınız. Eve gitmeden önce bir iki duble içme ihtiyacı hisseder ama hızınızı gene alamazsınız. Canınız arkadaşlarınızla biraz sohbet çekse de yegane arzunuz hala çalışmaya devam eden beyninizi uyuşturmaktır. Aksi halde; hemen eve varsanız bile ayaküstü bir atıştırmayı takiben konuşmadan geçen saatler, belki biraz TV sonrasında başınızı yastığa koyarsınız.

Uyku hep sizden kaçar. Belki de uyuyorsunuzdur ama size uyanık olduğunuzu hissettiren saçma sapan bir boşlukta, sağa sola kıvranırken gerçek uykuyu yakalamaya uğraşırsınız. Bir yandan da gün içerisindeki olayları değerlendirir, analizleri tekrarlar, yeni detaylara bakarsınız. Sık sık uyanıp ufak notlar almayı da ihmal etmezsiniz. (Sabahları uyanmakta zorlanmanızın asıl sebebi de budur).
Aşk hayatınız oldukça fırtınalıdır. Ani tepkilerinizden, eğlenceli çıkışlarınızdan ve değişken ruh halinizden etkilenen bir veya birkaç eş bulmakta zorlanmazsınız. Çünkü insanlara tuhaf gelen herşey cezbedicidir. Ama asıl sorun, mutlu başlayan bir ilişkiyi sürdürebilmekte yatar. Yeni ilişkiler sizde çok yoğun duygu dalgalanmalarına yol açar. İlk görüşte aşık olur, her dakika hayalini kurabilir, karşınızdakinin altına kırmızı halılar sermekten çekinmezsiniz. Sevginizi belli etmek adına attığınız her adımı, aldığınız her hediyeyi ve gösterdiğiniz her özveriyi anında bir kenara not edersiniz. Bunun karşılığında, onun adına (kendi kendinize) açtığınız hesap defterine de onun benzer davranışlarını kaydedersiniz. Bir süre sonra iki liste yan yana gelir ama sizin listenizdeki kabarıklık karşısında bir anda kendinizi değersiz hisseder, “Acaba benimle oyun mu oynuyor?”, paranoyasına kapılırsınız.

Eyvah, değil mi?
Ben merkezcisinizdir. Karşınızdakinin kıyafetinden saç stiline, yemeğe gidilecek lokantadan menüye kadar her şeyi planlamaya ve harfiyen uymaya alışkınsınızdır. Kendinizce daha önemli sorunlarla uğraşırken, eşinizdeki zorlamaya bağlı değişimleri ufak, üzerinde fazla durulmaması gereken detaylar olarak algılarsınız. Rüzgar aniden ters estiğinde ise gürler ve sevgilinizi gene bir anda ayaklar altına alabilirsiniz. Önünüze çıkan her insanın sizin gibi düşünmediğini, karakterinin ve önceliklerinin daha farklı olabileceğini anlamanız zaman alacaktır.

Hayal kurmadan duramazsınız. Şöyle kedi gibi uysal, fazla sesi soluğu çıkmayan, ihtiyacınız olduğunda sırnaşacağınız bir eş arar ama bulamazsınız. Çünkü yoktur. Bir yandan da yürümeyen ilişkiniz son çırpınışlarını görmezden gelirsiniz. Tartışmalar ve kavgalar birbirini kovalar. Aslında ilişkiyi bitirememenizin sebebi yanlızlıktan korkmanızdır. Bir başka seçenek oluşursa belki o cesareti bulabilirsiniz. Tabi, siz bu planları yaparken, karşı taraf sizi çoktan terkeder.
Çekilmez, katlanılmaz birisinizdir. Oturduğunuz sandalyeye mıhlanıp kalırsınız. Ağzınızı bıçak açmaz. Belki de aylar sürecek çok büyük bir depresyonun kucağındasınızdır.

Kendinizi amaçsızca alışverişe vurduğunuz zamanlar rahatladığınızı hissedersiniz. Şık giyinerek içinizdeki üşüyen çocuğu ayna karşısında ısıtmaya çalışırsınız. Ya da çarşıda gezinirken denk gelen bir olay karşısında, tarafları ve konuyu dahi bilmeden bir anda ortaya atılır, müdahil olma ihtiyacı duyarsınız. Bu da size geçici bir özgüven ve olaya da biraz şov havası katar. Kavgaya tutuştuğunuz zamanlar da olur. Vurmak istediğiniz yer de, vurulmasına göz yumduğunuz yer de aslında hep kendinizdir. Başkalarının hayatını hiçe sayarak araba kullanır, isterik kahkahalar atarak makasa girersiniz. Çok iyi sürücü olduğunuzdan değildir bu, sadece hayata isyanınızdandır. Bazen de içki masalarında, plastik yüzlerde bir çıkış yolu ararsınız. Sebebi sevdiğinizden ayrılmış olmanın verdiği kalp kırıklığı değildir, size “İşe yaramaz biri”, olduğunuzu haykıran beyninizi susturma çabasıdır.
Of! Neyse ki atlattınız.

Kendi kendinize “Yeter artık”, dersiniz. İşte bu, sizin adınıza çok önemli bir dönüm noktasıdır. Önce yakın arkadaşlarınıza açılırsınız. “Abi, ben de bir sorun görüyor musun?”. Cevaplar yanıltıcıdır, nedense hikayede suçlu hep terkedendir. Destek sözlerinin arasından ortaya şöyle bir sonuç da çıkar; aslında tabiki normal insanlar gibi değilsinizdir. Ama dostlarınız, candan arkadaşlarınız zaten sizi böyle görmeye alıştıkları için pek bir sorun yoktur.
Anormallik aslında bir normalliktir. Çevrenizin sizi olduğunuz gibi kabul etmesine rağmen içinize kuşku bir kere düşmeye görsün, kendi kendinize normal olduğunuzu ispatlamaya çalıştığınız yeni bir evreye geçersiniz. Psikologlara keşif gezileri başlar. Sıklıkla konulan teşhis; ayrılık sonrası yaşanan depresyondur. Ne de olsa bunu herkes yaşamaktadır. Yanlış teşhis edilen durum (ayrılığın etkisi muhakkak vardır ama), önerilen depresyon ilaçlarıyla geçiştirilmeye çalışılsa da Bipolar vakalarında oldukça ters tepki veren bir uygulamadır. Bütün bünyeniz alt üst olur. Çırpınışlarınızın tükenmek bilmez hızında ilerleyen çaresizlik treni raydan çıkmak üzeredir. Yaşadığınız bu kısır döngü kendini tekrarlar durur.

Duygu Durum Bozukluğu (Bipolar), üç farklı türde kendini gösterir (I-manik, II-depresif, III-karma) ve ancak uzun süreli gözlem (6-12 ay) ve psikolojik testler sonucunda sağlıklı bir teşhis konulabilmektedir. Benim gibi Bipolar II üzerine bir de Hiper Aktivite eklenince (depresyon halini yukarı çeken başka bir etken daha var) teşhisin karmaşıklığını kestirebilirsiniz. Özetle beyindeki Sodyum Valproat eksikliğinden veya aşırı salgılanmasından ortaya çıkan, düzenli ilaç kullanımıyla kontrol altına alınabilir bir durumdur. Ülkemiz nüfusunun 10%’unun Bipolar olduğu tahmin edilmektedir. Yani, yolda gördüğümüz her 10 kişiden biri.
Altı aylık tedavi sonrasında herşeyi daha iyi kavramaya başlarsınız; gerçekte insanlar hiç de arkanızdan kuyunuzu kazmaz, sevdiğiniz sadece sizden daha farklı biridir, çok çalışmanıza rağmen her istediğiniz hedefe ulaşılamazsınız, yaşadığınız her gün süper geçmek zorunda değildir ve hayat her zaman kaldığı yerden devam eder.

Doğru tedavi yaşam kalitenizi yükseltir. Düzene giren zihninizde daha önce çekindiğiniz, söylemeye korktuğunuz, paylaşamadığınız hayal ve düşünceleriniz bir anda berraklık kazanır. Belki de ilk defa saf yaratıcılığınızla tanışırsınız. Mükemmel bir haz anıdır. Bu zamana kadar yazdığınız başarı hikayelerinizin bittiği yerde şimdi sizi uçsuz bucaksız, keşfedilmemiş, yeni bir okyanus beklemektedir. Ve siz, artık bu okyanusu yüzerek geçmek yerine üzerinden uçmayı bile tercih edebilirsiniz.
Çok da endişelenmeyin, biraz farklısınız, o kadar...

Can Çavuşoğlu
www.cancavusoglu.info

Bu yazı benim tedaviye başlamadan önceki yaşamımdan kısa bir kesittir. İçerisinde kendinizle özdeşleşen bölümler bulabilirsiniz ama bu, kesinlikle Bipolar olduğunuz anlamına gelmez. Duygu Durum Bozukluğu; teşhis konulan türe, kişinin mizacına ve yaşadığı sosyokültürel yapıya göre değişim gösterir. Daha fazla bilgi edinmek ve profesyonel yardım için aşağıda yer alan referanslara başvurabilirsiniz.

Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi www.beah.gov.tr
Bipolar Yaşam Derneği www.bipolaryasam.org
Bipolar Bozukluklar Derneği www.bipolarturkiye.org
Kitap; Durulmayan Bir Kafa “Bir Delilik ve Duygudurumları Güncesi”, Kay Redfield Jamison

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder