Sabahları banyo evin en kötü yeridir. Dişlerinizi fırçalamak bir külfet olsa da asıl sorun kapağı duşa atmaktır. Sanki o suyun sizi ayıltmasını istemezsiniz. Yüzünüz buruşur. Traş olmaya o kadar üşenirsiniz ki bunu akşamdan, daha uygun bir ruh halinde yapmaya çalışır, ertesi sabah öyle kalkmayı umarsınız. Bayanlarda ise sabah makyajı her zaman sakal traşına ağır basar.
İşe hep geç kalırsınız. Kahvaltıyı es geçer, hızlı bir kahve eşliğinde
ilk sigaranızı yakar, biran önce yola koyulursunuz. Kendi aracınızla
gidiyorsanız tempolu müzik size kendinizi iyi hissettirecektir. (Bu konuda benim
kişisel tercihim Rock müziktir.) Toplu taşıma araçlarındaysanız eğer kulaklıklı
radyo ve heyecanlı bir kanal, haberler de olabilir, ilginizi çekecektir. Çünkü
araçtaki diğer kalabalık gözünüze korkunç görünür. Kimseyle konuşmak, göz göze bile
gelmek istemezsiniz.
Çalışma masanızdaki ilk saatiniz genelde oyalanmayla geçer. Zira erken
ve anlamsız toplantılardan hoşlanmaz, türlü mazeretler uydururarak kaçarsınız.
Kendinize ayrılan günün bu yedek saatinde bolca gazetelere, Twitter’a, Facebook’a
dalarak kafanızı günün geri kalanındaki çılgın çalışma temposuna hazırlarsınız.
“Çılgın” tabirini kullandım çünkü beyniniz, sadece bir tek projeye odaklanamayacak
kadar hızlı çalışmaya başlamıştır. Pekçok işe bir anda girişirsiniz; gerekli
yerlere telefonlar açılır, fakslar yollanır, hal hatır sorulur, kısa bir iki
toplantı yapılır, doğal rutininiz içerisindeyse bütçe ve harcamalarla ilgili
hızlı kararlar alınır, reklam fikirleri derlenir, diğer çalışanlara ara gazı
verilir, rakipler ve beraberinde bütün olası detayları gözden geçirilir.
Çalışma ortamınızda devamlı rakipleriniz vardır. Bu, kuşku
götürmez bir gerçektir. Yüzünüze gülen bu insanları çok iyi tanırsınız. Attıkları
her adımı izler, sözledikleri her sözden nem kaparsınız. Fısıldaşmaları
sinirlerinizi bozar. Eğer analitik düşünce yapısına sahipseniz kafanızın içinde
geçen her yeni fikirde durmadan ve usanmadan kendinize çoklu seçenekler
oluşturursunuz. Önce olasılıkları tanımlamanız ve sonra A, B, C, D ve E’ler
arasında gidip gelmeniz o kadar hızlı olur ki bir sonuca varmakta hiç
zorlanmazsınız.
Karar vermek sizin için çocuk oyuncağıdır. Patronunuz da asıl
bu yönünüzü sever. Verdiğiniz her karar, kararsızlıktan iyidir. Risk almaya
bayılırsınız.
Ve, iş günü sona erer.
Şanslıysanız 20:00 gibi özel hayatınıza geri dönersiniz.
Rahatlarken bile amacınızı aşarsınız. Eve gitmeden
önce bir iki duble içme ihtiyacı hisseder ama hızınızı gene alamazsınız. Canınız
arkadaşlarınızla biraz sohbet çekse de yegane arzunuz hala çalışmaya devam eden
beyninizi uyuşturmaktır. Aksi halde; hemen eve varsanız bile ayaküstü bir atıştırmayı
takiben konuşmadan geçen saatler, belki biraz TV sonrasında başınızı yastığa
koyarsınız.
Uyku hep sizden kaçar. Belki de uyuyorsunuzdur ama size uyanık
olduğunuzu hissettiren saçma sapan bir boşlukta, sağa sola kıvranırken gerçek
uykuyu yakalamaya uğraşırsınız. Bir yandan da gün içerisindeki olayları
değerlendirir, analizleri tekrarlar, yeni detaylara bakarsınız. Sık sık uyanıp
ufak notlar almayı da ihmal etmezsiniz. (Sabahları uyanmakta zorlanmanızın asıl
sebebi de budur).
Aşk hayatınız oldukça fırtınalıdır. Ani tepkilerinizden,
eğlenceli çıkışlarınızdan ve değişken ruh halinizden etkilenen bir veya birkaç eş
bulmakta zorlanmazsınız. Çünkü insanlara tuhaf gelen herşey cezbedicidir. Ama asıl
sorun, mutlu başlayan bir ilişkiyi sürdürebilmekte yatar. Yeni ilişkiler sizde
çok yoğun duygu dalgalanmalarına yol açar. İlk görüşte aşık olur, her dakika
hayalini kurabilir, karşınızdakinin altına kırmızı halılar sermekten
çekinmezsiniz. Sevginizi belli etmek adına attığınız her adımı, aldığınız her
hediyeyi ve gösterdiğiniz her özveriyi anında bir kenara not edersiniz. Bunun
karşılığında, onun adına (kendi kendinize) açtığınız hesap defterine de onun benzer
davranışlarını kaydedersiniz. Bir süre sonra iki liste yan yana gelir ama sizin
listenizdeki kabarıklık karşısında bir anda kendinizi değersiz hisseder, “Acaba
benimle oyun mu oynuyor?”, paranoyasına kapılırsınız.
Eyvah, değil mi?
Ben merkezcisinizdir. Karşınızdakinin kıyafetinden saç
stiline, yemeğe gidilecek lokantadan menüye kadar her şeyi planlamaya ve
harfiyen uymaya alışkınsınızdır. Kendinizce daha önemli sorunlarla uğraşırken,
eşinizdeki zorlamaya bağlı değişimleri ufak, üzerinde fazla durulmaması gereken
detaylar olarak algılarsınız. Rüzgar aniden ters estiğinde ise gürler ve sevgilinizi
gene bir anda ayaklar altına alabilirsiniz. Önünüze çıkan her insanın sizin
gibi düşünmediğini, karakterinin ve önceliklerinin daha farklı olabileceğini
anlamanız zaman alacaktır.
Hayal kurmadan duramazsınız. Şöyle kedi gibi uysal, fazla sesi
soluğu çıkmayan, ihtiyacınız olduğunda sırnaşacağınız bir eş arar ama bulamazsınız.
Çünkü yoktur. Bir yandan da yürümeyen ilişkiniz son çırpınışlarını görmezden
gelirsiniz. Tartışmalar ve kavgalar birbirini kovalar. Aslında ilişkiyi
bitirememenizin sebebi yanlızlıktan korkmanızdır. Bir başka seçenek oluşursa belki
o cesareti bulabilirsiniz. Tabi, siz bu planları yaparken, karşı taraf sizi çoktan
terkeder.
Çekilmez, katlanılmaz birisinizdir. Oturduğunuz
sandalyeye mıhlanıp kalırsınız. Ağzınızı bıçak açmaz. Belki de aylar sürecek çok
büyük bir depresyonun kucağındasınızdır.
Kendinizi amaçsızca alışverişe vurduğunuz zamanlar rahatladığınızı
hissedersiniz. Şık giyinerek içinizdeki üşüyen çocuğu ayna
karşısında ısıtmaya çalışırsınız. Ya da çarşıda gezinirken denk gelen bir olay
karşısında, tarafları ve konuyu dahi bilmeden bir anda ortaya atılır, müdahil
olma ihtiyacı duyarsınız. Bu da size geçici bir özgüven ve olaya da biraz şov havası
katar. Kavgaya tutuştuğunuz zamanlar da olur. Vurmak istediğiniz yer de,
vurulmasına göz yumduğunuz yer de aslında hep kendinizdir. Başkalarının
hayatını hiçe sayarak araba kullanır, isterik kahkahalar atarak makasa
girersiniz. Çok iyi sürücü olduğunuzdan değildir bu, sadece hayata isyanınızdandır.
Bazen de içki masalarında, plastik yüzlerde bir çıkış yolu ararsınız. Sebebi sevdiğinizden
ayrılmış olmanın verdiği kalp kırıklığı değildir, size “İşe yaramaz biri”,
olduğunuzu haykıran beyninizi susturma çabasıdır.
Of! Neyse ki atlattınız.
Kendi kendinize “Yeter artık”, dersiniz. İşte bu, sizin adınıza
çok önemli bir dönüm noktasıdır. Önce yakın arkadaşlarınıza açılırsınız. “Abi,
ben de bir sorun görüyor musun?”. Cevaplar yanıltıcıdır, nedense hikayede suçlu
hep terkedendir. Destek sözlerinin arasından ortaya şöyle bir sonuç da çıkar;
aslında tabiki normal insanlar gibi değilsinizdir. Ama dostlarınız, candan
arkadaşlarınız zaten sizi böyle görmeye alıştıkları için pek bir sorun yoktur.
Anormallik aslında bir normalliktir. Çevrenizin sizi
olduğunuz gibi kabul etmesine rağmen içinize kuşku bir kere düşmeye görsün,
kendi kendinize normal olduğunuzu ispatlamaya çalıştığınız yeni bir evreye geçersiniz.
Psikologlara keşif gezileri başlar. Sıklıkla konulan teşhis; ayrılık sonrası
yaşanan depresyondur. Ne de olsa bunu herkes yaşamaktadır. Yanlış teşhis edilen
durum (ayrılığın etkisi muhakkak vardır ama), önerilen depresyon ilaçlarıyla
geçiştirilmeye çalışılsa da Bipolar vakalarında oldukça ters tepki veren bir
uygulamadır. Bütün bünyeniz alt üst olur. Çırpınışlarınızın tükenmek bilmez
hızında ilerleyen çaresizlik treni raydan çıkmak üzeredir. Yaşadığınız bu kısır
döngü kendini tekrarlar durur.
Duygu Durum Bozukluğu (Bipolar), üç farklı türde kendini gösterir
(I-manik, II-depresif, III-karma) ve ancak uzun süreli gözlem (6-12 ay) ve
psikolojik testler sonucunda sağlıklı bir teşhis konulabilmektedir. Benim gibi
Bipolar II üzerine bir de Hiper Aktivite eklenince (depresyon halini yukarı
çeken başka bir etken daha var) teşhisin karmaşıklığını kestirebilirsiniz.
Özetle beyindeki Sodyum Valproat eksikliğinden veya aşırı salgılanmasından
ortaya çıkan, düzenli ilaç kullanımıyla kontrol altına alınabilir bir durumdur.
Ülkemiz nüfusunun 10%’unun Bipolar olduğu tahmin edilmektedir. Yani, yolda gördüğümüz
her 10 kişiden biri.
Altı aylık tedavi sonrasında herşeyi daha iyi kavramaya başlarsınız; gerçekte
insanlar hiç de arkanızdan kuyunuzu kazmaz, sevdiğiniz sadece sizden daha farklı
biridir, çok çalışmanıza rağmen her istediğiniz hedefe ulaşılamazsınız, yaşadığınız
her gün süper geçmek zorunda değildir ve hayat her zaman kaldığı yerden devam
eder.
Doğru tedavi yaşam kalitenizi yükseltir. Düzene giren zihninizde
daha önce çekindiğiniz, söylemeye korktuğunuz, paylaşamadığınız hayal ve
düşünceleriniz bir anda berraklık kazanır. Belki de ilk defa saf
yaratıcılığınızla tanışırsınız. Mükemmel bir haz anıdır. Bu zamana kadar
yazdığınız başarı hikayelerinizin bittiği yerde şimdi sizi uçsuz bucaksız,
keşfedilmemiş, yeni bir okyanus beklemektedir. Ve siz, artık bu okyanusu
yüzerek geçmek yerine üzerinden uçmayı bile tercih edebilirsiniz.
Çok da endişelenmeyin, biraz farklısınız, o kadar...
Can Çavuşoğlu
www.cancavusoglu.info
Bu yazı
benim tedaviye başlamadan önceki yaşamımdan kısa bir kesittir. İçerisinde kendinizle
özdeşleşen bölümler bulabilirsiniz ama bu, kesinlikle Bipolar olduğunuz
anlamına gelmez. Duygu Durum Bozukluğu; teşhis konulan türe, kişinin mizacına ve
yaşadığı sosyokültürel yapıya göre değişim gösterir. Daha fazla bilgi edinmek
ve profesyonel yardım için aşağıda yer alan referanslara başvurabilirsiniz.
Bipolar Yaşam Derneği www.bipolaryasam.org
Bipolar Bozukluklar Derneği www.bipolarturkiye.org
Kitap; Durulmayan Bir Kafa “Bir Delilik ve Duygudurumları Güncesi”, Kay Redfield Jamison
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder