31 Ağustos 2012 Cuma

İÇİMİZDEKİ TANRI PARÇACIĞI


Binlerce yıl önce, insanoğlu henüz yaratılmamışken, ilk tanrılardan Knornus (Satürn), annesi Gaia’nın (Yeryüzü- Toprak Ana) kışkırtmalarıyla babası Uranüs’ü (Gökyüzü) tahtından edip hapseder ve yerine geçerek evreni yönetmeye başlar.
Psikolojimizin karanlıklarında saklanan Tanrı Kompleksi (düşüncelerin ve eylemlerin aksini kabul edemeyecek boyutta doğru olması inancı) bizi eski Yunan Mitolojisine kadar gerilere götürür. Tanrıların kendilerine tapınması için yarattığı insanoğlu, bir süre sonra yaratıcılarına başkaldırır. İlk Tanrıların yenilmesinden sonra ortaya çıkan inanç boşluğunu ise semavi dinler doldururlar. Başıboş bir evrende ve basit bir evrimle kendi başlarına yaratılamayacaklarını düşünen atalarımızın Tanrıyla olan kişisel mücadeleleri böylece kaldığı yerden devam eder. Sıkı sıkıya inandığı, uğruna adaklar adadığı ama bir türlü somutlaştıramadığı, böylece yüzleşemediği Tanrısının görünmez kudreti ve varlığı altında ezilirler.

O ki bir ölüyü diriltebilir, yaşamı verir ve bir anda geri alır. O ki kumu suya çevirir, çölü vahaya dönüştürür. O ki affedici ve bağışlayıcıdır. İnsanların hatalarının üstünü örter, pişmanlıklarını ve günahlarını siler. O’nu eleştiremezsin, Tanrı asla hata yapmaz. Sen bu işte bir hata olduğunu düşünsen bile hata aslında hep sendedir.
Konu savaş olunca başkalarını öldürmek vicdanda bir sorun, dinde ise günah değildir ve atılan her bombayla şehirler yok olur. Bu eylemlere karar verenlerin aslında Tanrıdan bir farkı yoktur. Başka canları alacak kudrete erişmek, peşinden ise umursamamak, bir gün sonra yeni bir yüz bini daha öldürmek. (Motivasyon 1. Düşmanını öldürerek kendi ülkesini, topraklarını ve vatandaşlarını korumak.)

Öldürerek Tanrılaşmaya çalışan insanoğlu bir yandan da yoktan var etmenin peşine düşer. Bu cazip fikir ilk kez Frankeştayn romanıyla (1818, Londra, Yazarı bilinmiyor) edebiyatımıza ve hayal alemimize girmiş olsa da aslında geçmişi çok daha eskilere dayanmaktadır;

Marduk’un kalbi ona hünerli bir şeyler yaratmasını söylüyordu,
Bu düşüncesini Ea’ya açtı:
Kanı biçimlendireceğim ve kemiğe bürünecek,
Sonra bu yırtıcı biri olacak, adı da İnsan!
Evet, İnsanoğlunu yaratacağım.
Onlar, Tanrıların rahat etmesi için ibadet edecekler.

Babil Yaradılış Destanı - Enuma Eliş, ~1700 MÖ

*Bu yaklaşım o kadar popüler bulunacak ki peşinden Hristiyanlık ’ta ve İslamiyet’te benzer yaratılış sahnelerine tanık olacağız.

İnsanoğlu günümüzde bir yandan Tanrısına hiç karşılık beklemeden ibadet eder görünürken diğer yandan klonlamanın peşinde O’nun emirlerine karşı çıkarak yeni bir insan yaratmanın yollarını arar. 100 yıl önce böbrek ya da karaciğer yetmezliğinden insanlar ölürken günümüzde organ nakliyle yaşam ömrü uzatılmakta, hasarlı yüzler yenileriyle değiştirilmektedir. (Motivasyon 2. İnsanın yaşam kalitesini arttırmak ve ömrünü uzatmak.)

Bir sonraki adım ise kendi kendine üreyen vücut hücreleri sayesinde yaşamsal organların tamamıyla yapay ortamda üretilmesi olacaktır; akciğerler, kalp, beyin ve gözler. Diğer yandan genetik mühendisleri de boş durmazlar. Amaç; üretilen Yapay Zekalar ile önce makinaların kendi kendilerine öğrenmelerini sağlamak ve sonrasında yeni sentetik organizmalar yardımıyla bu makinaları insan vücuduyla birleştirmektir. (Motivasyon 3. Teknolojiyi insan hayatında en uygun hale getirmek.)
Google’ın Kedi Deneyini duymuşsunuzdur; bir iletişim ağı üzerinden birbirine bağlı 16,000 bilgisayar daha önceden hiç bilmedikleri, kendilerine başka bir programla anlatılmayan, adına “Kedi” denen canlıyı sadece internetteki 10 milyar resmi tarayarak tanımladılar. Bu, kediyi hiç görmemiş bir çocuğa sadece resimlere bakarak kedinin ne olduğunu öğretmekle eşdeğerdir. Sırada satrancı gene aynı mantıkla bilgisayarların kendi kendilerine öğrenmeleri ve oyunu kazanmaları gelmektedir. Bir süre sonra da bildiklerini başka bilgisayarlara öğreten ana bilgisayarlar olacaktır. İnsandan kat be kat hızlı karar verebilen, pek çok işimizi söz veya bakış komutlarıyla yerine getirecek, bizim adımıza düşünecek yeni yapay zekalar.

İsterseniz biraz da sıradan hayatlarda Tanrının nasıl oynandığına bir göz atalım.
Her kovboy filminin klasik sahnesidir; baş aktörün atı tökezler ve düşer. Ayağı kırılmıştır. Seyirci o anda hüzünlenir, çünkü neler olacağını bilir. Siz de tahmin ettiniz değil mi? Kovboy, atının başını bir kaç kere okşar, silahını yavaşça çeker, at ise adeta “Tanrım, beni bu acıdan kurtar”, diyen gözlerle sahibine bakmaktadır. Sonra kadraj uzaklaşır ve derinden bir silah sesi duyulur. Nedense atın hep ölmesi gerekir. Sanki ayağı hiç iyileşmeyecekmiş gibi. Ama film bu ya, kovboyun yapacak çok daha önemli işleri vardır.

Ya kendi evcil hayvanlarımız? Artık yaşlanıp yürüyemeyecek ya da tuvaletini yapamayacak hale gelmeleri durumunda ne çözüm önerirsiniz? Sonuç, kovboy filmindekiyle örtüşür. Hayatımızı yıllarca, her gün aralıksız paylaştığımız köpeğimizi, kedimizi yaşamın doğal döngüsüne bırakmak yerine kendi rahatımız adına bir çırpıda, ince bir şırınga eşliğinde uyutabiliriz. Ne de olsa kovboyun yeni bir atı, bizim de yeni bir evcil hayvanımız olacaktır. (Motivasyon 4. Çok sevilen evcil hayvanımızın artık daha fazla acı çekmesine razı olmamak.)
Ben, bu tür durumlarda hasta hayvanlarını barınağa bırakanlar insanları daha insaflı buluyorum.

En azından Tanrıyı oynamıyorlar.
Şimdi de kendi ihtişamını ve gücünü elinde tutmak adına öz kanından ve canından kardeşlerini öldürmeyi becerenlere değinelim isterseniz. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey, öz amcası Dündar Bey’i kendi elleriyle öldürür. I. Murat, Padişah olması gereken büyük abisi Halil’i öldürüp yerine tahta geçer ve sonra diğer kardeşi İbrahim’i öldürtür. Yıldırım Beyazıt, 10 kardeşini boğazlatır. Kundaktaki kardeşini bile öldürtenler var. Bu örnekler sırf Osmanlıda değil Avrupa’daki monarşi içerisinde de görebiliriz. (Motivasyon 5. Kardeşler arası yaşanabilecek güç ve taht kavgası sonucu İmparatorluğun bölünmesine engel olmak.)

Töre cinayetlerini de maalesef aynı temele dayandırıyorum. Önce yaşlısıyla genciyle aşiret meclisi toplanır. Kin dolu bir oylama yapılır, belki de meclisin yaşça en büyüğü son sözü söyler. Karşı taraftan bir can almaya hakları olduğu sonucuna varılır. Görev dağılımı yapılır. Ölümü durdurmak yerine Tanrısal bir güçle yeni bir ölüme karar verilir. Ve biri öldürülür. (Motivasyon 6. Yüzyıllardır süre gelen çöl kültürün bir önermesi.)

Hastalandığımızda bizi iyileştirmekle, gerekli durumlarda da hayatımızı kurtarmakla yükümlü doktorlarımıza gelince;
Geçirdiği kaza sonucu komada bilinçsizce ve yıllarca yatan bir hasta düşünün ya da kanserin son evresine gelmiş, dayanılmaz acılar içerisinde dakikaları sayılı başka bir hasta. Doktor, sükunetini bozmadan akrabalara kaçınılmaz sonu açıklayıverir. Tedaviyi sürdürecek para bitmişse eğer yaşamın fişi, bugün olmadı yarın çekilmelidir. “Kendinizi hazırlayın”, denir ve bunun için ek süre bile verilir (Pasif ötenazi)*. Akrabalar, diğer tanıdıklara haber verir, bir yandan da cenaze işlemleri tamamlanır. Motivasyon 4’deki sebebi, işin boyutu insan olunca nedense biraz daha dramatikleştirmek gerekir.

Şimdiki örnekte ise o bildik tiyatronun daha sevimli ve telaşlı bir halini görürüz. Evet, nur topu gibi bir bebeğiniz oldu. Tosun gibi maşallah. Doğumdan aylar önce isimler belirlenir, yatak takımları cinsiyete göre seçilir, patikler hazırlanır; pembe ya da mavi. Bir aşkım meyvesidir bu. Ama, aslında doğal bir süreçtir, eşler arası seks sonucu döllenmeyle oluşur. Sorumluluktur, umuttur, heyecandır, kaygıdır, özlemdir ve daha bir çok duyguyu peşinden sürükler. Ama işin özünde yeni bir insan yaratmak, bunu becerebilecek güce sahip olmaktır. Peşinden kardeşler gelir. (Motivasyon 7. Yaşamın doğal döngüsü, soyun devamı.)
Terazinin iki ucu; öldürmek ve yaratmak. 

Tanrı Parçacığı var mı? (European Organization of Nuclear Research-CERN)
Beyindeki Tanrı Noktası gerçek mi? (God Spot, International Journal of the Psychology of Religion, 2012, Missouri Üniversitesi, ABD).

İnsanoğlu önüne çıkan her şeyi yaradılışla ve Tanrıyla ilişkilendirmeye çalışır. Derdini açıkça anlatamasa da Tanrısıyla boy ölçüşmek adına elinden geleni ardına koymaz. Adına değişim der, ilerleme ya da yenilenme. Bilimle sentezler; genetik, moleküler mühendislik, biyokimya, evrim, psikoloji ve sosyoloji zeminleri üzerine kurulmuş yeni bir yapı inşa etmeye çalışır. Üstün insanı yaratmanın peşindedir, aynı Tanrısının kendisini yarattığı gibi.
Eğer hepimiz ortak bir yaratandan geldiğimize inanıyorsak muhakkak DNA’larımıza kazınmış, O’na ait bazı parmak izlerini taşıyor olmalıyız ve bunu ölümde ve yaratmada, her zaman korkusuzca göstermekten çekinmiyoruz.

Eğer ortak yaradan yoksa (kişi farz edelim inanmıyorsa) bu sefer de adına Tanrı Kompleksi diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyoruz.
Acaba diyorum, gerçekleştirdiğimiz her eylemi (Motivasyonlar) haklı kılmaya çalışmak yerine hepimiz doğarken aslında birer Tanrı mıydık? Ve büyürken kendimize olan inancımızı kaybettik, çünkü tek Tanrılı bir dünyada yaşamaya mahkum edildik. Diğer yandan o parmak izinin görünmez ama ağır yükünü, üzerimize çöken psikolojisini de bir türlü bastıramadık. Yeri geldi vahşice dışa vurduk, katliamlar yaptık, yeri geldi vicdanımızı hafifletmek için yoktan var etmeyi seçtik.

Beraber askerlik yaptığım ve kaybettiğim birinin şu sözlerini hatırlıyorum; “Ben ölümden korkmuyorum”, demişti. Nedenini o zamanlar “Kaybedecek hiçbir şeyi yok” diye düşünürdüm, ama şimdi; “Tanrıların ölümsüz” olduğuna bağlıyorum. (Motivasyon 8. Son paragraf şahsidir. Bazılarımız unutulmayı hak etmezler.)
Can Çavuşoğlu
www.cancavusoglu.info

*Türkiye’deki pasif ötenazi gerçeği ile ilgili bu yazı oldukça üzücü ve düşündürücüdür:  http://www.bizimsaglik.com/c/ho.asp?id=4229

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder