25 Eylül 2012 Salı

BİZ SURİYE İLE NE ZAMAN DOST OLDUK?

Kendimi bildim bileli Suriye ile başımız beladadır. Hep bir karın ağrısı, iyileşmek bilmez bir sancıdır.

Şimdilerde Suriye’de yaşanan iç çatışmalarda Türkiye’nin rolü, Hatay’daki mülteci kampları ve eylemler, ambulanslarda taşınan mühimmat haberleri yazılıp çiziliyor. Sanki Suriye en iyi dostumuzmuş da biz ona ihanet ediyormuşuz izlenimi yaratılıyor ve bunun sebebi olarak da iktidardaki AKP hedef gösteriliyor.
Bakın, ben AKP’li değilim ama sormadan da edemiyorum; “Peki, AKP’den önce Suriye ile her şey yolunda mıydı?”

Madem hatırlamakta zorlanıyorsunuz izninizle hafızaları biraz tazeleyeyim.
Bütün hikâye 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı ile başladı. Suriye bir türlü kabullenemediği bu gerçeği, haritalarında Hatay’ı hala kendi sınırları içerisinde göstererek devam ediyor. Peşi sıra 1940’da Baas ideolojisi gene Suriye’de doğdu. (1) İç çekişmeler ve iktidar kavgaları neticesinde 1963 darbesiyle Baas bir rejim olarak Suriye’de resmileşti. 1970’de de sessiz, ikinci bir darbeyle Hafız Esed’la tanıştık ve Esed Hanedanlığı doğdu. 2000’de Hafız Esed ölünce aynı politikaları sürdüren oğlu Başşar Esad iktidar koltuğuna oturdu.

Hatay’ın Türkiye’ye ihlakı ve Bass Rejiminin “Sosyalist” yapısı örtüşünce Suriye ile yıldızımız hiç bir zaman barışmadı. Birbirine politika olarak zıt, komşu iki ülke düşünün. Biri diğerinin kendisinden güçlü olmasını kabul edebilir mi? Üzerine 1974 Kıbrıs Harekâtı eklenince Batısında oluşan yeni Türk Devletinin varlığı jeopolitik olarak Suriye’yi iyice çembere aldı. Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşması ise yemeğe tatsız bir baharat serpti.
Abdullah Öcalan’ın 1979’da Türkiye’den kaçıp sığındığı altı harfli ülkenin baş harfi “S”. Kendisine Bekaa Vadisinde her türlü olanağı sunan ve 19 sene besleyen, adeta koynunu açan ülke ile aynı.
Bilemediniz, bu ülke Somali değil.
Abdullah Öcalan’ın Şam’da geçirdiği, havuzlu, sefalı, hatunu bol günlerinin mutluluk dolu resimleri gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlandı. (2)

Öcalan’ın yakalandıktan sonra 1999’daki duruşmada verdiği ifadelerini de hatırlayalım (3);
………………….

Mahkeme Başkanı M. Turgut Okyay: Suriye hükümeti, Kürtlerin PKK'ya katılması için askere alma bürosu kurmuş, bu doğru mu?

Öcalan: Suriyeli Kürtlerin genellikle Türkiye'den gelmiş ve aynı özelliklere sahip akrabaları vardı. Bu temelde katılıyorlar. Bundan Suriye Devleti'nin bilgisi vardır. Ancak askere alma gibi özel büro konusuna rastlamadım.

 ………………….

Bir müdahil avukat: PKK'nın 3. Kongresi'nde, 'En kısa zamanda asker sayımızı 10 binden 50 bine çıkartacağız' dediniz. Sizi besleyen gelir kaynakları nelerdir?

Öcalan: Bu konuda Avrupa'da bağış adı altında destek vardı. Zorlama olmaması konusunda uyarıda bulundum. Zorla alındığı yerler vardır. Suriye halkından destek gördük.

 Bitmedi…

Türkiye 1983’de Suriye’ye ASALA’ya desteği kesmesi için nota vermedi. Bunu da ben uyduruyorum.

Ayrıca 1980’den önce Suriye, Türkiye’deki her türlü sol terör örgütü de desteklemedi.
Yani aklımı yitireceğim.

PKK’nın katlettiği binlerce askerimizin, polisimizin ve sivilimizin akıbetinden hiç mi Suriye sorumlu değil?

3 ay önce uçağımız malum ülke tarafından düşürülmedi mi?

(Bu yazı kaleme alındıktan bir ay sonra Suriye tarafından atılan bir top mermisiyle Akçakale ilçesinde 2'si kadın, 3'ü çocuk 5 kişi öldürülmüş, 10'dan fazla kişi yaralanmıştır.) 
Sanılmasın savaş borazanlığı yapıyorum. Ama dostumuzla düşmanımızı da iyi ayırt etmemiz gerektiği inancındayım. Bu saatten sonra Suriye bize karşı PKK kartını açsa ne olur açmasa ne olur? (4) Yani sosyalist olduğu için mi bazı sözde aydınlarımız tarafından Baas Rejimi hala destekleniyor? Yoksa modaya uyarak sırf AKP’ye muhalif gözükmek mi amaç?

Dananın kuyruğu yakında kopacak. 6 Kasım'daki ABD seçimlerinde büyük ihtimalle Obama tekrar galip çıkacak ve akabinde bir ay sindirme süresi veriyorum. Bunun bir işareti de ABD Genel Kurmay Başkanının son Türkiye ziyareti. Sonuç; yeni yıla yeni bir Suriye ile gireceğiz.
Toparlamak gerekirse asıl Suriye’deki faşizan Baas Rejimi ve 30 yıldır iktidardaki Esed Hanedanlığı en kısa sürede devrilmeli ve halkı özgürlüğe kavuşmalıdır. Oradaki insanlar bunun için mücadele ediyor ve her gün can veriyorlar. Tarihimizde hiçbir zaman dostumuz olmamış bir ülke ve iktidara da durduk yerde destek vermemiz, ülke olarak, bizden beklenmemelidir.

Geçmişi unutanlar onu tekrar yaşamaya mahkûmdur.
www.cancavusoglu.info

1. Bass, Arapça’da “Yeniden Diriliş” anlamına gelir. Ortadoğu’da tek bir Arap devleti kurulmasını hedefleyen sosyalist düşünce sistemidir. Özellikle Irak, Saddam Hüseyin döneminden Bass Rejimi ile yönetilmiştir. Halen bu rejimin iktidarda olduğu tek ülke ise Başşar Esed yönetimindeki Suriye’dir. (5N1K)


 

18 Eylül 2012 Salı

GEY YORK CITY - BOLUM II

New York maceralarıma kaldığı yerden tüm hızıyla devam ediyorum.
 
Cumartesi akşamı ayrıca arkadaşım Esra’nın ev arkadaşının doğum günü partisine, Hunk-o-Mania Striptiz Kulübüne davetliydik. Burası genelde bayanlar tarafından tercih edilen, erkeklerin bolca soyunduğu bir kulüp. Steroid yüklemesi yapmış, gey dergilerindeki gibi vücutlara sahip dansçıları görmek ve “Lap Dance – Dizüstü Dansı” tecrübesi yaşamak için ideal. Giriş 35$’dan başlıyor, VIP kısmı ise 100$. Yanınızda bolca 1$ götürmenizi tavsiye ederim. Biletinize göre size ayrılan koltuğa oturtuluyorsunuz, program başlayınca bir uçta yer alan sahnede, belirli bir müzik ve koreografi eşliğinde “Go go” dansçılar hünerlerini sergiliyor. Sahnede şov devam ederken diğer dansçılar ise kalabalığın arasına karışıp yanınıza gelerek size sadece bir karış mesafeden kıvrak danslarına başlıyorlar, bu noktada 1$’lar devreye giriyor. Dans eden kişiye 2-3 dakika arayla 1$ taktığınız sürece size özel ufak bir şov izleyebilirsiniz. Bir sonraki seviyeye “Lap Dans” deniyor. İsterseniz, bu sefer sizin dizlerinizin üzerinde, daha erotik bir performans için dansçıya 10-20$ vererek ortamın tadını çıkarıyorsunuz, bu şovu sona erdirmek de size kalmış. Tabi dansçıların bu esnada yarı çıplak olduğunu hatırlatmamda fayda var.

Bir üst seviye şova ise “Hot Seat – Sıcak Koltuk” deniyor. Herkesten biraz daha uzak, özel bir köşede size ayrılan koltuğa oturmak 20$, sonrasında istediğiniz dansçı bu sefer size erotik (sevişmeye yakın) şovunu üzerinde sadece iç çamaşırıyla sunuyor. Sıcak koltukta oturduğunuz sürece dansçının kendisine de ara ara 10$ veriyor ve şovunu gene istediğiniz zaman bitiriyorsunuz. Bence New York’a gidip de böyle bir şova dâhil olmamak büyük kayıp olur. Bayan arkadaşlara özellikle tavsiye ederim. Kabare sadece Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri, akşam 9’dan sonra açıktır. 302 West 39th Street, Manhattan. www.hunk-o-mania.com
Bir de size Fire Island’dan (Ateş Adası) bahsetmek istiyorum. Long Island’ın Güney ucuna yapışık, sadece geylere ayrılmış bir bölüm düşünün. Aslında LGBT/Heteroseksüel gibi bir ayrım tabi ki yok ama zamanla bu adanın müşteri profili doğrultusunda gey adası olarak anılmaya başlanmış. New York’ta yaşayan kalburüstü geylerin yazlıklarının bulunduğu, özellikle yaz aylarında turistlerle hınca hınç dolu, deniz kenarında bir eğlence merkezi düşünün. Sörften balık tutmaya, plajlarda sere serpe güneşlenmeden barlarda eğlenmeye kadar geniş yelpazede, hoşça vakit geçireceğiniz önemli bir merkez. Ulaşım, New York’tan 2,5 saat sürdüğü için günü birlik seçenekleri değerlendirmek yerine en az bir gece adada konaklamanızı tavsiye ederim.

Her hafta sonu Fire Island genelinde farklı temalarda güzel etkinlikler düzenleniyor. Ulaşım seçenekleri, konaklama ve detaylı bilgi için: www.fireisland.com ve www.fireisland.org
Maalesef bir haftalık New York gezimde aynı zamanda ailemle de olduğum için ancak 3 günümü gey mekânlara ayırabildim. Ek olarak size, bir sonraki ziyaretimde “Görülecekler Listemde” üst sıralarda yer alacak birkaç yerden daha bahsetmek istiyorum. Belki siz benden önce gezersiniz.

Hell’s Kitchen: Geyler arasında en popüler restoran. Diğer yandan FOX TV’de gene aynı isimde yayınlanan, tek jürinin restoranın kurucusu, sivri dilli meşhur İngiliz şef Gordon Ramsay olduğu, bu popülaritesi dolayısıyla menüsü nispeten pahalı bir mekân. Ama Amerika’da yemek esnasında içki istemediğiniz sürece (sadece su isteyebilirsiniz) fiyatlar öyle fazla gelmiyor. En azından gidip bir aperatif alarak ambiyans izlenebilir. 679 9th Avenue, Manhattan. www.hkhellskitchen.com
Boots & Saddle: Burası özellikle Amerika’da “Country” tabir edilen, kovboy kıyafetli (Çizmeler, dar kotlar, şapkalar vs.) “Brokeback Mountain” filmindeki tarz geylerin tercih ettiği bir bar. Bu tür barlarda ortada elektronik bir boğa bulunur ve üzerinde uzun süre kalma hünerlerini sergileyen maço geyler eski Batı ruhunu günümüz New York’unda yaşatmaya devam ederler. 76 Christopher Street, Manhattan. www.bootsandsaddlesnyc.com

Rawhide: Deri fetişlerinin sıklıkla gittiği ünlü bir “Go go” kulüp. Şahsım adına enteresan bir deneyim olacağına inanıyorum. Artık kısmet. 212 8th Avenue, Manhattan. www.rawhide-nyc.com
Gene bir bilgi notu gireceğim. Striptiz kulüplerdeki dansçılara, dolayısıyla mekânın kendisine de halk arasında “Go go” denmesinin sebebi şov yapan erkek/kız olsun, soyunma esnasında hiç aceleci davranmaması ve bu esnada sabırsızlanan izleyicilerin hep bir ağızdan “Go, go, go, go”, diyerek tempo tutmalarıdır. Aynı bizde askerdeyken “Aç, aç”, larda olduğu gibi. Enteresan değil mi?

Tabi New York böyle iki gezmeyle bitmiyor. Lezbiyen barları, ayılara özel mekânları, gey saunaları, şık spor salonları, video dükkânları, park ve gezi alanları, gey tanışma kulüpleriyle (www.themenevent.com) New York size bu konuda derli toplu, çok seçenekli ve her tarza yakışır bir atmosfer sunuyor. Uğradığınız ilk gey dostu restoran veya bardan New York’un gey hayatını ve haftalık/aylık aktiviteleri içeren ücretsiz broşürlerden almanız mümkün. Bunlardan tavsiye edebileceklerim FunMaps (hem de haritalı), www.funmaps.com, Get Out! Magazine, www.getoutmag.com ve Next Magazine.
Yazımın son kısmında ise sizlere New York tatilinizde işinize yarayabilecek bazı yararlı bilgiler ve şehir kurallarını aktararak toparlamak istiyorum.

·        New York’ta suç oranı özellikle son 10 senedir oldukça azalmış durumda ama gene de pasaportunuzu yanınızda taşımayın, üzerinde doğum tarihinizin yazılı olduğu resimli bir kimlik (ehliyet vs.) işinizi kolayca görecektir. Çok fazla nakit yerine seyahat çeki tercih edin; her bankada kolayca bozdurabilirsiniz. YTL kredi kartınız da ufak bir masraf karşılığında gene her yerde geçerlidir.

·        Bolca 1$’lık banknot taşımanızı öneririm. Bildiğiniz üzere “Tipping is not a city in China”, sözünde olduğu gibi bahşiş vermek New York’ta bir kültürdür. Özellikle taksiye bindiğinizde (taksimetrenin 10%’u), restoranlarda (hesabın 20%’si), barlarda (içki başına 1-2$), kuaförlerde (10%) gibi belirli oranlarda sıklıkla bahşiş vereceksiniz. Vermediğiniz veya az verdiğiniz durumlarda asık bir surat ve yüzünüze vurulan can sıkıcı bir lafla karşılaşabilirsiniz. Umursamak veya duymazdan gelmek size kalmış.

·        Eğer sigara içiyorsanız sokakta sizden sigara isteyen gayet normal tavırlı New Yorklularla karşılaşabilirsiniz. Aslında istedikleri sizden bir sigara satın almaktır. 1$ karşılığında sigara verebilirsiniz. Sebebi ise bu kişilerin genelde arada bir sigara içmeleri ve New York’ta sigaranın paketinin 12-14$ arasında satılıyor olmasıdır. Bu yüzden yanınızda içeceğiniz kadar sigaranızı da getirmenizi tavsiye ederim.

·       New York’da “Metro” sistemi çok gelişmiştir, herhangi bir istasyondan metro haritası ve MetroCard alabilirsiniz. MetroCard’ınızı nakit veya kredi kartı ile bir miktar (20-40$) yüklerseniz iyi olur çünkü bu kart ile aynı zamanda otobüslerle de seyahat edebilirsiniz. Ben otobüs hattını biraz karışık bulduğum için genelde metroyu tercih ediyorum. Ayrıca metrolar 24 saat çalışır.

·        Manhattan içinde taksileri “Peek hours – Yoğun saatler” (Sabah 7:30-9:00, öğlen 11:30-13:00, akşamüstü 17:00-18:30) haricinde rahatlıkla kullanabilirsiniz. Öyle çok pahalı değildir. Yoğun saatlerde ise taksiden çok metroyu tercih edin. İnanın gitmek istediğiniz yere daha hızlı ulaşırsınız. Araba kiralamanızı ise pek tavsiye etmem, hem park yeri bulması zor ve pahalı hem de trafik yoğunluğundan bunalırsınız.

·       Central Park çevresinde faytonlar haricinde bir de “Pedicab”lar bulunmaktadır. Bunlar Bangkok’ta olduğu gibi yolcu taşıyan sürücüsü özel bisikletlerdir. Eğlenceli bir gezi hedefleyen turistlerin ilk tercihidir. Pazarlık yapın, 10 cadde (block) gitmek için 20$ kâfidir. Sürücüler arasında Türklere denk gelirseniz biraz sohbet etme fırsatını da yakalamış olursunuz.

·    Bir de biz biraz sinirli, her şeyi sorgulayan ve tartışan, yüksek sesle konuşmayı seven toplumuzdur. İnsanlarla dozunda tartışabilirsiniz ama metroda olsun, markette, sokakta, parkta, barda veya kulüpte olsun, hiçbir zaman ve hiçbir yerde kimseyle kavgaya tutuşmayın. Özellikle fiziksel temas, kişinin kolundan sıkıca sarsmak, bu itmek bile olsa beraberinde başınızı sonradan oldukça ağrıtacak sonuçlar doğuracaktır. Kendinizi tehlikede hissettiğiniz durumlarda önce bulunduğunuz yeri terk etmeniz, beceremiyorsanız hemen “911”i aramanız gerekir. Kural aslında çok basittir; suçsuz da olsanız, size saldırılmadığı sürece (kişisel savunma hariç), ailenizden bile olsa birine tehditkâr fiziksel temas suçtur. Aman diyorum, güzel tatiliniz bir anda mini bir kâbusa dönüşmesin.
Evet, aslında daha yazacak o kadar çok şey var ki bir yerlerde noktalamam gerektiğini düşünüyorum. Bu geziye çıkmadan önce gerçi ön hazırlık yapmıştım ama New York’ta yaşayan grafik tasarımcı arkadaşım Esra’nın bana tüm Cuma akşamını ve Cumartesisini ayırması ayrı bir sürpriz oldu. Esra, aynı zamanda ikinci romanımın ilk elden editörü konumunda, kendisiyle yaşadığım diyaloglardan bir bölümünü kitabımda okurlarımla zevkle paylaşacağım.

Amerika’dan gönül dolusu sevgiler,
Can Çavuşoğlu
www.cancavusoglu.info

15 Eylül 2012 Cumartesi

GEY YORK CITY - BÖLÜM I

“Stonewall’da yaşanan üzücü olaylardan sonra ülkemiz (ABD) 40 yıl zarfında uzun yol kat etti. New York’ta geçen sene kanunlaşan gey evlilikler ise şehrimiz adına özellikle tarihi bir önem taşıyor ve Gey, Lezbiyen, Biseksüel, Transseksüel bireyler ve aileleri açısından her konuda dünyadaki liderliğimizi sürdürmeye kararlıyız. Bundan dolayıdır ki “NYC I DO” projesi çerçevesinde şehrimizin tanıtım ve pazarlama ekibiyle ortak (NYC & Company) LGBT Evlilik Paketleri sunuyoruz. Birbirlerine âşık çiftlere bizden daha fazla “Hoş geldiniz” diyen başka bir şehir olduğunu düşünmüyorum. Bizler, bu açık yürekli duruşumuzdan dolayı gururluyuz, sizler de New York’ta geçirdiğiniz süre zarfında umarım güzel şehrimizin sunduğu eşsiz olanaklardan gönlünüzce faydalanırsınız.”
Michael J. Bloomberg, New York Şehri Belediye Başkanı
FunMaps, New York, Summer 2012

Elimde tuttuğum gey magazinin giriş cümleleriydi bunlar. Bir anda aklıma İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı geldi, mukayese bile götürmeyeceğini için o konuya hiç girmeden doğrudan gezimi anlatmaya geçiyorum.
Evet, geçen haftaki New York ziyaretim bolca sevinç, geleceğe dair umut, aileme kavuştuğum için mutluluk, ayrılırken yaşadığım burukluk gibi daha birçok duygu barındırıyordu. Ama bu yazımda duygulardan biraz olsun uzaklaşıp, sizlere New York’un göz kamaştıran gökdelenleri ve ışık cümbüşü altında yaşanan, bir o kadar da eğlenceli gey hayatını aktarmak istiyorum.
Şöyle düşünün; New York’u kendi adıma gezdim ve gördüm, sizin adınıza da kaleme aldım. Tabi, bu arada pek çok konu ve mekâna değineceğim için yazım biraz uzun olacak, o yüzden iki bölüme ayırdım. Şimdiden keyifli okumalar dilerim.
İlk başlangıç noktası ve gidilmesi gereken en önemli yer bence hiç kuşkusuz Stonewall Inn’di. Burası 1969’lardaki aslına sabit kalınarak korunmuş, New York’ta artan homofobik polis şiddetine karşı gey, lezbiyen ve transseksüellerin isyan ederek ayaklandığı ilk mekân. Adeta bir abide olma özelliği taşımasına rağmen öyle hayal edebileceğiniz gibi devasa, abartılı bir yer değil. Hatta girişi bile daracık, köşede bir bilardo masası, kapasitesi bilemediniz 100 kişi. İçerisi üzerinizde gezinen dost gözleri hissetmenize yetecek kadar loş bir ışıkla aydınlatılmış. Hatıra t-shirt’lerin fiyatı 20$ ve giriş ücretsiz. Kapıda resimli kimlik kontrolü yapılıyor çünkü New York’ta barlarda alkol tüketme yaşı 21, 18-21 arası müşterilere ise içki servisi yapılmıyor. 53 Christopher Street, Manhattan. www.thestonewallinnnyc.com

Hemen yanında yer alan meşhur Duplex ise iki katlı bir bar. Üst kat daha çok sohbet etmek için kullanılıyor. Alt katta, girişte sola yerleştirilmiş piyanodan süzülen klasik New York şarkılarını dinleyebilirsiniz (New York State of Mind, Billy Joel). Tüm bar hep bir ağızdan şarkılara eşlik ediyor. Sanırım canlı müzikten olsa gerek ortam daha coşkulu, mikrofonu kapıp şarkıyı eline (diline) alanlar da cabası. Rahatsınız. Burada siz New York’sunuz. Giriş ücretsiz. Kapıda gene kimlik kontrolü var. Bu arada hatırlatmak isterim, Amerika’da gey veya normal hiçbir barda, kulüpte damlı/damsız gibi abuk sabuk bir uygulama yapılmaz. 61 Christopher Street, Manhattan. www.theduplex.com
Bu iki barın hemen karşısında, içerisinde ayakta duran iki gey ve banklara oturmuş iki lezbiyen heykelinin bulunduğu (Gey Özgürlük Heykeli, Heykeltıraş George Segal, 1992) ufak ama meşhur Christopher Parkı yer alıyor. Bulunduğunuz noktadan güneye doğru Christopher caddesinden 20 dakika yürüyüşle Hudson Nehrine ve Christopher Caddesi Rıhtımına (Pier 45) ulaşıyorsunuz. Burası gey çiftlerin güneşli günlerde çimenlere uzanıp sarmaş dolaş, aşklarını özgürce yaşadıkları parklardan bir tanesi. Karşı kıyaya konuşlanmış New Jersey’in manzarası ise cabası. Rıhtımın sonundaki alanda haftanın bazı günleri tango kulüplerinden nostaljik danslar izleyebilirsiniz. Dans edenler arasında 1960-1970 ruhunu gerek kıyafetleriyle gerekse naziklikleriyle yansıtan eski New Yorklularla tanışmanız, hatıra fotoğrafı çekmeniz mümkün.

Hareketli mekânlar arasında size ayrıca Boxers’dan bahsedebilirim. Burası son zamanlarda oldukça popüler bir Sport Bar (Büyük ekranlarda değişik spor müsabakalarının gösterildiği bar tarzı). Adından da anlaşılacağı üzere yakışıklı ve kaslı tüm çalışanlar sadece üzerlerinde bir boxer‘la size hizmet ediyor. Barın ortasında konuşlanmış boks ringi görünümünde ufak sahnede erkek dansçılar (Go go boys) sizi eğlendiriyor. Ayrıca gene iki bilardo masası bulunuyor. Burada bir parantez açmak isterim; aslında Amerika’daki bilardo kültürü, barlarda daha çok bir tanışma ve sosyalleşme amacı güdüyor. Oynayan kişiler sanmayın o masayı birkaç saatliğine kiralamış. Yenen oyuncunun masada kaldığı ve yeni gelenle oynamaya devam ettiği bir kültür bu, ta ki yenilip yerini yeni kazanana bırakana kadar. Böylece siz de eğer isterseniz, masanın kenarına bozuk paranızı koyarak (genelde 25 sent bırakıyorsunuz, oyun ise 4 çeyrek yani 1$) yenenle oynamak için sıraya girebilirsiniz. Boxers’a giriş 20$ ama bizden nedense almadılar. Şans diyelim. 37 West 20th Street, Manhattan. www.boxersnyc.com
Sonrasında bir de Splash yaptık. Burası tam anlamıyla bir dans kulübüdür. Cumartesi olduğu için içerisi bayağı kalabalıktı. Giriş ücreti; erkekler 20$, bayanlar ise 25$, bu ufak 5$’lık fark sanırım bayanlara bir mesaj niteliğinde. Herkes ama herkes gayet fit görünümlü, düzenli spor yaptıkları belli ama işin ilginç yanı öyle pek kaslı değiller. Nasıl desen? Bu tip vücutlara genelde “Runner’s Body” deniyor, yani düzenli koşan kişilerin fiziğine sahipler. Kıyafet tarzına gelince genelde kot pantolon üzerine koyu renk ve yakalı, ince dökümlü t-shirtler. Bir de, İngiliz tarzı dar kumaş pantolon altına zıt renk bağcıklı mokasenler, çorap ise giyilmiyor. Bu, ikinci tarz, açık renkte gömlekler tercih etmiş. Ayrıca bizde çokça abartıldığı gibi her tarafı saran bir “Toms” modası yok. Bir de “Business Type”, takım elbisesiyle gelmiş ayrı bir tayfa var. Takım elbiselerde hâkim renk ise genelde gri, sanki Wall Street’teki işlerinden çıkıp kendilerini bu kulübe zor atmış gibiler. Müzik tarzı Top 20 remixlerinden oluşuyor. 50 West 17th Street, Manhattan. www.splashbar.com

Kafanıza, “Bu tür bir yerde kalabalıkla nasıl kaynaşacağım?”, şeklinde bir soru da takılabilir. Size önerebileceğim tanışma cümlesi; “Nice shirt (shoes), where did you get it? – güzel gömlek (ayakkabı), nereden aldın?” iyi bir başlangıç olacaktır. Sohbetten ayrılmak için ise; “Glad to meet you, I’ll be around – Tanıştığıma memnun oldum, buralarda olacağım” olabilir. Yani, öyle “Ateşin var mı? Nasılsın? Nasıl gidiyor?” tarzı yaklaşımlar New York’ta pek hoş karşılanmaz. Öncelikle rahat ve doğal olmanızda fayda var, iltifat güzel şeydir, kime yapılsa hoşuna gider. Ayrıca iletişim tarzınız da ön plana çıkmış olur.
Bir sonraki gün gezimize Pieces Bar’dan başladık. Buraya da giriş ücretsiz. Güzel, klasik bir gey bar, benim buraya gitmekteki asıl amacım düzenledikleri “Gey bingo - tanışma” partilerini yerinde izlemekti. Sonradan öğrendim ki sadece Pazar günleri, saat 5’den sonra oynanıyormuş ama olsun. Olayı size kısaca özetliyeyim; gey bingo’ya her katılan kişinin üstüne bir numara yapıştırılıyor ve köşedeki posta kutuları arasında o numaraya ait bir yer ayrılıyor. Sizden hoşlanan, ilgilenen kişi posta kutunuza gidip, mesela, size bir soru yazıp bırakıyor. “Boş zamanlarında neler yapmaktan hoşlanırsın?”, gibi. Böylece posta kutunuz doluyor, sonra bir ara veriliyor ve herkes posta kutusuna gidip soruları cevaplıyor. Tabi siz de başkalarına merak ettiğiniz soruları sorabilirsiniz. Bu mektuplaşma bir süre böyle devam ediyor, sonrasında ise tanışmak, biraz daha kaynaşmak ve geceye kaldığı yerden devam etmek geliyor. 8 Christopher Street, Manhattan. www.piecesbar.com

Şimdilik bir teneffüs arası verelim, ikinci bölümde ise sizi nefes kesen bir striptiz kulübü; Hunk-o-Mania, bekliyor.
Sevmek ve sevilmenin canlılığı yüzünüzden okunsun, hoşçakalın.

Can Çavuşoğlu
www.cancavusoglu.info

8 Eylül 2012 Cumartesi

YARIN DÜNYANIN SON GÜNÜ

Spiker, korku dolu gözleri ve titreyen sesiyle haberi geçer. Gazete manşetleri iri puntolarla boş sayfalara hazırlanırken çoktan internette Tsunami dalgaları gibi yayılmaya başlamıştır. Ve sonrasında acaba dünyanın son 24 saatine dair neler yaşanır?
 
Hadi, isterseniz hep beraber bir deyin fırtınası yapalım. Ben buradan, sizler okurken yerinizden.

Farz edelim ki bir göktaşı dünyaya yaklaşıyor ve durdurmak artık imkânsız. Tabi, bu benim olası senaryom, lütfen sizler de kendi kurgularınıza dalın; mesela rüzgâr hızıyla yayılan ölümcül bir virüs ya da nükleer füzelerin havada uçuştuğu 3. Dünya savaşı, yeryüzünü sarsan devasa afetler, magmanın binlerce ton basınçla sokaklara taştığını hayal edin. Dünyanın ekseni aniden kaysın, yaşamın kaynağı güneş bir anda buharlaşsın ya da ciğerlerimizi besleyen atmosfer uzay boşluğuyla birleşsin.

Muhtemelen oluşacak kargaşayı engellemek adına devlet başkanları, dünyanın artık son 24 saatini yaşadığına ilişkin herhangi bir beyanatta bulunmayacaklar. Halkım huzurlu ölsün mantığı. Buna rağmen korkunç gerçeğin en geç 22. saatte medyaya düştüğünü varsayıyorum. Bu büyüklükte bir sonu, içinde bulunduğumuz iletişim çağında çok da fazla gizleyemezsiniz.

Sonrasında dünyanın içine çekileceği keşmekeşi görüyorum. Düşünsenize; artık ne kadar zengin veya fakir olduğunuzun bir anlamı kalmıyor. Bankadaki paranızın, borsadaki yatırımlarınızın ya da milyon dolarlık evlerinizin olmasının da hiçbir önemi yok.

Belki çok ünlüsünüz; dünyanın en başarılı atleti sizsiniz veya en dâhisi, bir yazılım virtüözü, belki en çok satan yazar, herkesin tanıdığı yüz, marka ve koku. O son 22 saatte parayla biçilen, gözle ve sözle takdir edilen, uzaktan gıptayla bakılan değeriniz bir anda yok.

Ölüm düzleminde belki de ilk defa hepimiz eşitiz.

Sona 18 saat kala inananların hepsinin ve inanmayanların pek çoğunun ibadete yöneleceğini düşünüyorum. Camiler, kiliseler, sinagoglar, tapınaklar dolup taşacak. İnsanlar kendilerini bekleyen sondan kurtulmak adına Tanrıya yakarırken asıl amaçlarının son kez günahlarını affettirmek olduğunu görmezden geleceğiz. Herkes birbirlerine sarılıp hıçkırıklara boğulacak. Bu sarılmalar o kadar içten olacak ki özünde ölüm korkusunu bastırmaya çabaladıklarını hissedemeyeceğiz. Kilise çanları ve ezan sesleri hiç susmayacak.

Banka sistemi, toplu ulaşım, her şey çökecek. Aç kalsanız bile kimse yüzünüze bakmayacak. Çünkü herkes can derdinde. Sokakları yağmacı çeteler saracak. Önce yiyeceklere hücum edecekler. (Belki aralarında sizlerde olacaksınız.) Sonra dükkânlar amaçsızca yağmalanacak. Eşyalar sokaklara saçılacak. Önüne geçilmez bir hınçla, normal hayatlarında elde edemedikleri, kendilerine göre değerli buldukları her şeyi parçalayacaklar. Televizyonlar, mobilyalar, arabalar. O milyon dolarlık evleri de yakacaklar. Isınmak değil amaç, sahipleri paylaşmasını bilmediği için.

Sona 10 saat kala elektrik ve iletişim kesilecek. Karanlık bir perde inecek. Ardından sahne ve bis. Ya kalabalıkla hareket edeceksiniz ya da bir başınıza kabuğunuza çekilip beklemeye başlayacaksınız.
 
Gözünüz saatte.

Tik tak tik tak...

Geçmişi düşünmeye başlayacaksınız; sevdiklerinizi, aşklarınızı, kaybettiklerinizi, çok isteyip de elde edemediklerinizi, çabuk elde edip cömertçe harcadıklarınızı, hırslarınızı, hırsızlıklarınızı, kırdığınız kalpleri, yediğiniz kazıkları, söylediğiniz yalanları ya da yaptığınız iyilikleri, verdiğiniz sadakaları, ettiğiniz duaları.

Sona 4 saat kala kaçınılmaz ölümle yüzleşip büyük bir depresyona gireceksiniz. Beton etkisi. Yaşananları kafanızda kavrayamayacaksınız. “Böyle bir son için mi ömür boyu mücadele verdim?”, sorusu hala az da olsa yerinde kalan aklınızı kurcalayacak. Sonra “Çok acı çeker miyim?”, korkusu saracak bedeninizi. İntiharı düşünmeye başlayacaksınız. “Nasıl yapsam?”, sorusuyla birlikle tercihleri gözden geçireceksiniz.

Bıçakla? Pencereden atlayarak? Evdeki bütün ilaçları içerek?

Sona 60 dakika kala madem ölmeyi de beceremediniz, şimdi öylece durma zamanı. Boş boş duvarlara bakarak varsa sert içkinizden yudumlayacaksınız. Eroinmanlar ise son dozlarını çakacaklar. Gözlerinizden anlamsız yaşlar süzülecek. Etrafın karanlığı, karnınızın açlığı, sokaktan gelen bağırtılar ve yardım çığlıkları uyuşmuş ruhunuzda bir anlam ifade etmeyecek. Öyle dipsiz bir umutsuzluğa düşeceksiniz ki içinizde hiçbir duygu ve düşünceden eser kalmayacak. Benliğinizin sıfır noktası bu, varoluşunuzun anlamsızlığı. Ruhunuz dışarıdan bakarak artık sizin olmayan o içi boş bedeni seyredecek.

Sona 60 saniye kala önce yer sarsılmaya başlayacak. Titrek adımlarla pencereye doğru yöneleceksiniz. Kulaklarınızdaki uğultu adeta kaçamadığınız sonun habercisi gibi. Cehennemin kapısı aralanırken ölüm borazanları ötmeye başlayacak. Gökyüzünü kaplayan, daha önce hiç görmediğiniz o kırmızı renge baka kalacaksınız. Yüzünüzü yakan sıcaklığın derecesi hızla artacak, sonra tüm bedeninizi saracak. Ve önünde durduğunuz pencere bir anda yüzünüze patlayacak, inceden kesikleri hissederken gözleriniz usulca kapanacak.

Boşluk. Karanlık. Korku. Yalnızlık.

Ve ölüm.

Sonra aniden (Benim gibi) kan ter içinde fırlayarak uyanacak, yaşadığınız o şokla çığlık bile atamayacaksınız. Kelimeleriniz kısılacak. Kalbiniz küt küt çarparken ne olduğunu anlamaya çalışacaksınız. Odanın loş ışığında duvarı, yatağınızı zor seçeceksiniz. Kendi kendinize “Buna inanamıyorum”, derken titreyen elinizle yanı başınızda duran sudan bir yudum alacaksınız. Gözünüz saate ilişecek; gece 03.00. Başınızı usulca ama tekrar uyumaya korkarak yastığa geri koyarken düşüncelere dalacaksınız.

Derin düşüncelere.

Kırdığınız kalpler, işlediğiniz günahlar, söylediğiniz yalanlar yakanızı bırakmayacak.

Yarın ilk iş düzeltmekle başlayacaksınız; hayattaki duruşunuzu, asıl amacınızı. Telefona sarılacak, özürler dileyecek, hediyeler alacaksınız.
Yeniden başlamak için bir şansınız daha var.

Can Çavuşoğlu