8 Eylül 2012 Cumartesi

YARIN DÜNYANIN SON GÜNÜ

Spiker, korku dolu gözleri ve titreyen sesiyle haberi geçer. Gazete manşetleri iri puntolarla boş sayfalara hazırlanırken çoktan internette Tsunami dalgaları gibi yayılmaya başlamıştır. Ve sonrasında acaba dünyanın son 24 saatine dair neler yaşanır?
 
Hadi, isterseniz hep beraber bir deyin fırtınası yapalım. Ben buradan, sizler okurken yerinizden.

Farz edelim ki bir göktaşı dünyaya yaklaşıyor ve durdurmak artık imkânsız. Tabi, bu benim olası senaryom, lütfen sizler de kendi kurgularınıza dalın; mesela rüzgâr hızıyla yayılan ölümcül bir virüs ya da nükleer füzelerin havada uçuştuğu 3. Dünya savaşı, yeryüzünü sarsan devasa afetler, magmanın binlerce ton basınçla sokaklara taştığını hayal edin. Dünyanın ekseni aniden kaysın, yaşamın kaynağı güneş bir anda buharlaşsın ya da ciğerlerimizi besleyen atmosfer uzay boşluğuyla birleşsin.

Muhtemelen oluşacak kargaşayı engellemek adına devlet başkanları, dünyanın artık son 24 saatini yaşadığına ilişkin herhangi bir beyanatta bulunmayacaklar. Halkım huzurlu ölsün mantığı. Buna rağmen korkunç gerçeğin en geç 22. saatte medyaya düştüğünü varsayıyorum. Bu büyüklükte bir sonu, içinde bulunduğumuz iletişim çağında çok da fazla gizleyemezsiniz.

Sonrasında dünyanın içine çekileceği keşmekeşi görüyorum. Düşünsenize; artık ne kadar zengin veya fakir olduğunuzun bir anlamı kalmıyor. Bankadaki paranızın, borsadaki yatırımlarınızın ya da milyon dolarlık evlerinizin olmasının da hiçbir önemi yok.

Belki çok ünlüsünüz; dünyanın en başarılı atleti sizsiniz veya en dâhisi, bir yazılım virtüözü, belki en çok satan yazar, herkesin tanıdığı yüz, marka ve koku. O son 22 saatte parayla biçilen, gözle ve sözle takdir edilen, uzaktan gıptayla bakılan değeriniz bir anda yok.

Ölüm düzleminde belki de ilk defa hepimiz eşitiz.

Sona 18 saat kala inananların hepsinin ve inanmayanların pek çoğunun ibadete yöneleceğini düşünüyorum. Camiler, kiliseler, sinagoglar, tapınaklar dolup taşacak. İnsanlar kendilerini bekleyen sondan kurtulmak adına Tanrıya yakarırken asıl amaçlarının son kez günahlarını affettirmek olduğunu görmezden geleceğiz. Herkes birbirlerine sarılıp hıçkırıklara boğulacak. Bu sarılmalar o kadar içten olacak ki özünde ölüm korkusunu bastırmaya çabaladıklarını hissedemeyeceğiz. Kilise çanları ve ezan sesleri hiç susmayacak.

Banka sistemi, toplu ulaşım, her şey çökecek. Aç kalsanız bile kimse yüzünüze bakmayacak. Çünkü herkes can derdinde. Sokakları yağmacı çeteler saracak. Önce yiyeceklere hücum edecekler. (Belki aralarında sizlerde olacaksınız.) Sonra dükkânlar amaçsızca yağmalanacak. Eşyalar sokaklara saçılacak. Önüne geçilmez bir hınçla, normal hayatlarında elde edemedikleri, kendilerine göre değerli buldukları her şeyi parçalayacaklar. Televizyonlar, mobilyalar, arabalar. O milyon dolarlık evleri de yakacaklar. Isınmak değil amaç, sahipleri paylaşmasını bilmediği için.

Sona 10 saat kala elektrik ve iletişim kesilecek. Karanlık bir perde inecek. Ardından sahne ve bis. Ya kalabalıkla hareket edeceksiniz ya da bir başınıza kabuğunuza çekilip beklemeye başlayacaksınız.
 
Gözünüz saatte.

Tik tak tik tak...

Geçmişi düşünmeye başlayacaksınız; sevdiklerinizi, aşklarınızı, kaybettiklerinizi, çok isteyip de elde edemediklerinizi, çabuk elde edip cömertçe harcadıklarınızı, hırslarınızı, hırsızlıklarınızı, kırdığınız kalpleri, yediğiniz kazıkları, söylediğiniz yalanları ya da yaptığınız iyilikleri, verdiğiniz sadakaları, ettiğiniz duaları.

Sona 4 saat kala kaçınılmaz ölümle yüzleşip büyük bir depresyona gireceksiniz. Beton etkisi. Yaşananları kafanızda kavrayamayacaksınız. “Böyle bir son için mi ömür boyu mücadele verdim?”, sorusu hala az da olsa yerinde kalan aklınızı kurcalayacak. Sonra “Çok acı çeker miyim?”, korkusu saracak bedeninizi. İntiharı düşünmeye başlayacaksınız. “Nasıl yapsam?”, sorusuyla birlikle tercihleri gözden geçireceksiniz.

Bıçakla? Pencereden atlayarak? Evdeki bütün ilaçları içerek?

Sona 60 dakika kala madem ölmeyi de beceremediniz, şimdi öylece durma zamanı. Boş boş duvarlara bakarak varsa sert içkinizden yudumlayacaksınız. Eroinmanlar ise son dozlarını çakacaklar. Gözlerinizden anlamsız yaşlar süzülecek. Etrafın karanlığı, karnınızın açlığı, sokaktan gelen bağırtılar ve yardım çığlıkları uyuşmuş ruhunuzda bir anlam ifade etmeyecek. Öyle dipsiz bir umutsuzluğa düşeceksiniz ki içinizde hiçbir duygu ve düşünceden eser kalmayacak. Benliğinizin sıfır noktası bu, varoluşunuzun anlamsızlığı. Ruhunuz dışarıdan bakarak artık sizin olmayan o içi boş bedeni seyredecek.

Sona 60 saniye kala önce yer sarsılmaya başlayacak. Titrek adımlarla pencereye doğru yöneleceksiniz. Kulaklarınızdaki uğultu adeta kaçamadığınız sonun habercisi gibi. Cehennemin kapısı aralanırken ölüm borazanları ötmeye başlayacak. Gökyüzünü kaplayan, daha önce hiç görmediğiniz o kırmızı renge baka kalacaksınız. Yüzünüzü yakan sıcaklığın derecesi hızla artacak, sonra tüm bedeninizi saracak. Ve önünde durduğunuz pencere bir anda yüzünüze patlayacak, inceden kesikleri hissederken gözleriniz usulca kapanacak.

Boşluk. Karanlık. Korku. Yalnızlık.

Ve ölüm.

Sonra aniden (Benim gibi) kan ter içinde fırlayarak uyanacak, yaşadığınız o şokla çığlık bile atamayacaksınız. Kelimeleriniz kısılacak. Kalbiniz küt küt çarparken ne olduğunu anlamaya çalışacaksınız. Odanın loş ışığında duvarı, yatağınızı zor seçeceksiniz. Kendi kendinize “Buna inanamıyorum”, derken titreyen elinizle yanı başınızda duran sudan bir yudum alacaksınız. Gözünüz saate ilişecek; gece 03.00. Başınızı usulca ama tekrar uyumaya korkarak yastığa geri koyarken düşüncelere dalacaksınız.

Derin düşüncelere.

Kırdığınız kalpler, işlediğiniz günahlar, söylediğiniz yalanlar yakanızı bırakmayacak.

Yarın ilk iş düzeltmekle başlayacaksınız; hayattaki duruşunuzu, asıl amacınızı. Telefona sarılacak, özürler dileyecek, hediyeler alacaksınız.
Yeniden başlamak için bir şansınız daha var.

Can Çavuşoğlu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder