15 Ekim 2012 Pazartesi

O SES TÜRKİYE (Bu yazı, sondan başa doğru yazılmıştır.)

“Var. Hayır yok. Heeeyt! Cengâver Hülya. Siz yorum yapmayın. Neyse ben susayım. Yani bir ses duydum ben. Bu sesle son dakika gölü attı. Ben şoktayım. Çabuk beni seç. Şuramda bekleyeceğim seni. O kasları gördün mü? Ay içim bayıldı. Benim de arabam var kardeşim.”

Gördüğüm sahnelere üzüldüm ve bu konudaki eleştirilerimi sizinle paylaştım, ayrıca dünyadaki diğer başarılı örneklerden alıntılar yaptım, Acun Ilıcalı’ya tavsiyede bulunmayı da ihmal etmedim.
Acun Ilıcalı’nın kariyerindeki düşüşü kaygıyla izlemeye devam ediyorum. Mehmet Ali Erbil’in hızına ulaşır mı? Bilemem. Ama kendisine naçizane önerim; bir süre evlerimizden uzak kalması ve eskimiş yüzünü ve tarzını yenileyerek tekrar ekranlara dönmesidir. Kişisel dönüşüm noktasında Adnan Hoca yerine başarılı isim Okan Bayülgen’den feyz alabilir.

Aşağıda okuyacaklarınızı lütfen önce bir mantık süzgecinden (tabi tersten) geçirin. Ve zamanınız varsa “O Ses Türkiye” ile Amerika (The Voice), İngiltere (The Voice UK), İrlanda (The Voice of Ireland), Avustralya (The Voice Australia), Meksika (La Voz Mexico) ve Polonya (Holos Krainy) versiyonlarını Youtube üzerinden, web sitelerinden şöyle bir karşılaştırın. Benzer programların yapımcılarının bırakın yüzünü, isimlerini bile göremeyeceksiniz. Çünkü yarışmanın aslı, o ülkenin yetenekli sesleri, tanınmış jüri üyeleri ve halk oylamasından ibarettir.
Türkiye’de işi biraz ti’ye alıp Acun Ilıcalı için neredeyse “Kirli çoraplarını başkalarına yıkatmayacak kadar ince ruhlu ve toplum açısından önemlidir”, diyeceğiz.
 
Acun Ilıcalı’nın müzikle alakası yoktur, jüride yer almaz. Sırf yapımcı olduğu için ekranda boy göstermesi gerekir, özünde bunu yaparak izleyiciyi jüriden daha fazla ekrana çekeceğine inanan biridir.
 
O Ses Türkiye’nin tanıtım afişlerini bir yabancıya gösterdiğinizde ve “Bunlar kim?”, sorusuyla karşılaştığınızda yanıtınız “Şarkıcıdır, bu da şarkıcıdır, söz yazarı ve şarkıcıdır, sinema oyuncusu ve şarkıcıdır”, diyebilirsiniz. Ama size posterin ortasında, diğer sanatçılardan önde duran kişi sorulduğunda ise herhalde, “O bizim harika çocuk Acun, ailemizin ferdi gibidir, ayrıca programın da yapımcısı”, mı diyeceksiniz?

Benim tek gördüğüm, koltuğundan taşmış, biçimsiz ve kaba bir EGO’dur.
Kaldı ki Acun Ilıcalı’nın neden bu programda olduğunu hala anlamış değilim. Tamam, onun şirketi tarafından hazırlanmış bir program olabilir. Ama yarışma esnasında elinde kalem, önünde bardak öylece durmaktadır. Aralarda lafa dalıp yarışmacılara, “Adını bizimle paylaşır mısın?”, yerine ADIN NE?, “Mesleğinizi öğrenebilir miyiz?”, yerine NE İŞ YAPIYORSUN?, “Seçimini yaparsan seviniriz”, yerine HADİ SEÇİMİNİ YAP, demek midir görevi?

Acun Ilıcalı’nın İngilizcesinin gayet güzel olduğuna inanıyorum, zekâsı da oldukça yerinde. Acaba Türkiye’deki bu tuhaf formatı özellikle mi kurguladı? Bizdeki reyting kavgası (para, para, para) beraberinde basitliği mi getiriyor? Yoksa bizler, yorumları üç kelimeyle sınırlı jüri üyelerinden mi hoşlanıyoruz? Çünkü düzgün cümle kurdukları zaman canımız sıkılıyor.
Amerika’daki The Voice’un jürisi yıllardır aynı ekipten oluşuyor; Maroon 5’den tanıdığımız Adam Levine, Country müziğin tartışmasız ismi, şarkıcı ve yapımcı Blake Shelton, diğer yanda bir diva, Christina Aguilera ve Soul Müziğin önemli isimlerinden, şarkıcı ve yapımcı Cee Lo Green.

Bir Dünya yıldızının bakış açısını, kalitesini, üslubunu, entelektüelliğini, giyimini, kuşamını, özetle bütününü izleyiciyle paylaşıyorlar.
Sözlerini “PLEASE, chose me - LÜTFEN, beni seç”, vurgusuyla bitiriyorlar.

Amerika’daki jüriler, bir yarışmacının neden kendilerini seçmesi gerektiği konusunda onu ikna etmeye çalışırken, “Gel, seninle sahip olduğun müzik tarzının dışına, evrende var olan farklı ses tonlarına, beraber çıkalım”, “Parçayı yorumlarken bana yaşattığın duyguya hayran kaldım, düğmeye basıp seni gördüğümde ise gözlerindeki ışıltı kendi gençliğimi hatırlattı”, benzeri cümleler kuruyorlar. Sonrasında yarışmacının müzik kariyerine nasıl katkı sağlayacaklarının altını çiziyor ve bir sonraki basamağa onu nasıl taşıyabileceklerini anlatıyorlar.
The Voice’un bir bölümünü bile kaçırmamacasına izlerim. Sırf müzikleri ve yarışmacıları ile ilgili değil, aynı zamanda kalitesi, seviyesi ve jüri üyeleriyle harika bir müzikalite sunduğu için. “İngilizce oluşu sana hitap ediyor”, diyebilirsiniz, kişisel tercihimdir ama eh be kardeşim! Siz Türk jüri üyeleri; bir programın çakmasına katılmadan önce neden başka ülkelerdeki başarılı formatları inceleme ihtiyacı bile duymazsınız? İzleseler, bir tercüme eden olsa içine düştükleri vahim durumu anlayacaklar.

Size “O Ses Türkiye” yarışmasından bahsediyorum. Maalesef burada sadece Youtube’dan takip edebiliyorum. Ama yazıma hazırlanırken pek çok bölümünü adeta ağzım açık seyrettim ve jüri üyelerinin kendi arasında yapmış olduğu konuşmalardan ancak bu özeti çıkarabildim.
“Var. Hayır yok. Heeeyt! Cengâver Hülya. Siz yorum yapmayın. Neyse ben susayım. Yani bir ses duydum ben. Bu sesle son dakika gölü attı. Ben şoktayım. Çabuk beni seç. Şuramda bekleyeceğim seni. O kasları gördün mü? Ay içim bayıldı. Benim de arabam var kardeşim.”

O SES TÜRKİYE (Bu yazı, sondan başa doğru yazılmıştır.)

www.cancavusoglu.info

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder