“Var. Hayır yok. Heeeyt! Cengâver Hülya. Siz yorum yapmayın. Neyse ben
susayım. Yani bir ses duydum ben. Bu sesle son dakika gölü attı. Ben şoktayım.
Çabuk beni seç. Şuramda bekleyeceğim seni. O kasları gördün mü? Ay içim
bayıldı. Benim de arabam var kardeşim.”
Gördüğüm sahnelere üzüldüm ve bu konudaki eleştirilerimi sizinle paylaştım,
ayrıca dünyadaki diğer başarılı örneklerden alıntılar yaptım, Acun Ilıcalı’ya
tavsiyede bulunmayı da ihmal etmedim.
Acun Ilıcalı’nın kariyerindeki düşüşü kaygıyla izlemeye devam ediyorum.
Mehmet Ali Erbil’in hızına ulaşır mı? Bilemem. Ama kendisine naçizane önerim; bir
süre evlerimizden uzak kalması ve eskimiş yüzünü ve tarzını yenileyerek tekrar ekranlara
dönmesidir. Kişisel dönüşüm noktasında Adnan Hoca yerine başarılı isim Okan
Bayülgen’den feyz alabilir.
Aşağıda okuyacaklarınızı lütfen önce bir mantık süzgecinden (tabi tersten) geçirin.
Ve zamanınız varsa “O Ses Türkiye” ile Amerika (The Voice), İngiltere (The Voice
UK), İrlanda (The Voice of Ireland), Avustralya (The Voice Australia), Meksika
(La Voz Mexico) ve Polonya (Holos Krainy) versiyonlarını Youtube üzerinden, web
sitelerinden şöyle bir karşılaştırın. Benzer programların yapımcılarının
bırakın yüzünü, isimlerini bile göremeyeceksiniz. Çünkü yarışmanın aslı, o
ülkenin yetenekli sesleri, tanınmış jüri üyeleri ve halk oylamasından ibarettir.
Türkiye’de işi biraz ti’ye alıp Acun Ilıcalı için neredeyse “Kirli
çoraplarını başkalarına yıkatmayacak kadar ince ruhlu ve toplum açısından
önemlidir”, diyeceğiz.
Acun Ilıcalı’nın müzikle alakası yoktur, jüride yer almaz. Sırf yapımcı
olduğu için ekranda boy göstermesi gerekir, özünde bunu yaparak izleyiciyi jüriden
daha fazla ekrana çekeceğine inanan biridir.
O Ses Türkiye’nin tanıtım afişlerini bir yabancıya gösterdiğinizde ve
“Bunlar kim?”, sorusuyla karşılaştığınızda yanıtınız “Şarkıcıdır, bu da şarkıcıdır,
söz yazarı ve şarkıcıdır, sinema oyuncusu ve şarkıcıdır”, diyebilirsiniz. Ama size
posterin ortasında, diğer sanatçılardan önde duran kişi sorulduğunda ise
herhalde, “O bizim harika çocuk Acun, ailemizin ferdi gibidir, ayrıca programın
da yapımcısı”, mı diyeceksiniz?
Benim tek gördüğüm, koltuğundan taşmış, biçimsiz ve kaba bir EGO’dur.
Kaldı ki Acun Ilıcalı’nın neden bu programda olduğunu hala anlamış değilim.
Tamam, onun şirketi tarafından hazırlanmış bir program olabilir. Ama yarışma
esnasında elinde kalem, önünde bardak öylece durmaktadır. Aralarda lafa dalıp
yarışmacılara, “Adını bizimle paylaşır mısın?”, yerine ADIN NE?, “Mesleğinizi
öğrenebilir miyiz?”, yerine NE İŞ YAPIYORSUN?, “Seçimini yaparsan seviniriz”,
yerine HADİ SEÇİMİNİ YAP, demek midir görevi?
Acun Ilıcalı’nın İngilizcesinin gayet güzel olduğuna inanıyorum, zekâsı da
oldukça yerinde. Acaba Türkiye’deki bu tuhaf formatı özellikle mi kurguladı? Bizdeki
reyting kavgası (para, para, para) beraberinde basitliği mi getiriyor? Yoksa
bizler, yorumları üç kelimeyle sınırlı jüri üyelerinden mi hoşlanıyoruz? Çünkü
düzgün cümle kurdukları zaman canımız sıkılıyor.
Amerika’daki The Voice’un jürisi yıllardır aynı ekipten oluşuyor; Maroon
5’den tanıdığımız Adam Levine, Country müziğin tartışmasız ismi, şarkıcı ve
yapımcı Blake Shelton, diğer yanda bir diva, Christina Aguilera ve Soul Müziğin
önemli isimlerinden, şarkıcı ve yapımcı Cee Lo Green.
Bir Dünya yıldızının bakış açısını, kalitesini, üslubunu,
entelektüelliğini, giyimini, kuşamını, özetle bütününü izleyiciyle paylaşıyorlar.
Sözlerini “PLEASE, chose me - LÜTFEN, beni seç”, vurgusuyla bitiriyorlar.
Amerika’daki jüriler, bir yarışmacının neden kendilerini seçmesi gerektiği
konusunda onu ikna etmeye çalışırken, “Gel, seninle sahip olduğun müzik
tarzının dışına, evrende var olan farklı ses tonlarına, beraber çıkalım”, “Parçayı
yorumlarken bana yaşattığın duyguya hayran kaldım, düğmeye basıp seni
gördüğümde ise gözlerindeki ışıltı kendi gençliğimi hatırlattı”, benzeri cümleler
kuruyorlar. Sonrasında yarışmacının müzik kariyerine nasıl katkı
sağlayacaklarının altını çiziyor ve bir sonraki basamağa onu nasıl taşıyabileceklerini
anlatıyorlar.
The Voice’un bir bölümünü bile kaçırmamacasına izlerim. Sırf müzikleri ve
yarışmacıları ile ilgili değil, aynı zamanda kalitesi, seviyesi ve jüri
üyeleriyle harika bir müzikalite sunduğu için. “İngilizce oluşu sana hitap ediyor”,
diyebilirsiniz, kişisel tercihimdir ama eh be kardeşim! Siz Türk jüri üyeleri;
bir programın çakmasına katılmadan önce neden başka ülkelerdeki başarılı
formatları inceleme ihtiyacı bile duymazsınız? İzleseler, bir tercüme eden olsa
içine düştükleri vahim durumu anlayacaklar.
Size “O Ses Türkiye” yarışmasından bahsediyorum. Maalesef burada sadece Youtube’dan
takip edebiliyorum. Ama yazıma hazırlanırken pek çok bölümünü adeta ağzım açık
seyrettim ve jüri üyelerinin kendi arasında yapmış olduğu konuşmalardan ancak bu
özeti çıkarabildim.
“Var. Hayır yok. Heeeyt! Cengâver Hülya. Siz yorum yapmayın. Neyse ben
susayım. Yani bir ses duydum ben. Bu sesle son dakika gölü attı. Ben şoktayım.
Çabuk beni seç. Şuramda bekleyeceğim seni. O kasları gördün mü? Ay içim
bayıldı. Benim de arabam var kardeşim.”
O SES TÜRKİYE (Bu yazı, sondan başa doğru yazılmıştır.)
www.cancavusoglu.info
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder