23 Nisan 2013 Salı

İSTANBUL İZLENİMLERİ - 1: 'MAHKUM'

Uzun bir ayrılık yaşadım köşemle, sizle ve kendimle. Aslında çok yakınınızdaydım, İstanbul’da, hem de 3 sene aradan sonra... Ama o kadar yoruldum, bezdim, o kadar karıştım ki griye, siyaha, yapmacığa ama onun da tam koyusuna, laptopuma küstüm diye düşünürken aslında kelimelere kurumuşum. Şimdi yazarken anlıyorum.

Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm. Delicesine aşık oldum, terk edildim ve terk ettim. Tanımadığım insanlarla kavga ettiğim de oldu, sarıldığım, onlarla ağladığım da. Ama bu koca şehri, şehirlerin efendisini hiç bu kadar umudunu kaybetmiş, yaşama küs, özü sanki esir görmemiştim.

Şehrin esaretindeki halk, şehri mahkum etmişti kendine.

Renkler hep koyuydu. İnsanların kıyafetleri ve yüzleri, oturdukları binalar, arkasında saklandıkları perdeler, tökezledikleri yokuşlar, itişerek bindikleri metrobüs ve tramvay, gazete okudukları meydan ve biçimsiz parklar, secdeye yattıkları camiler, balık tuttukları yamuk köprüler, denizin kendisi ve düş kurduklarını sandıkları gökyüzü, daha sayayım mı?

Ne olmuştu İstanbul’a böyle?

O masum çocuklar, bu insanlara, onlar da İstanbul’a dönüştüler.

Kazayla bile olsa utana, sıkıla ‘merhaba’ derken, gizlenen gülümsemelerdeki samimiyetsizliği ve kuşkuyu, el sıkışırkenki soğukluğu ve mesafeyi hissederseniz hiç selamlaşmasanız da olur değil mi? İşte, tam da bundan bahsediyorum. Göz göze gelmekten kaçınan, selam vermekten korkan insanlarla dolu bir İstanbul’du bulduğum.

Yoksa, yoksa değişen ben miydim?

Koyunun tonlarına tahammülü kalmayan,

Samimiyetsizliğin ta içine tüküren,

Şehre utanmadan sizin yerinize bağıran.

Anladım!

Hapsolmuştunuz siz.

Zincirleriniz yoktu ama aynaya bakar gibi birbirlerinizin yansımalarında yaşıyordunuz.
Hep başlar öne eğik, hep gri, hep puslu, hep mahkum...

www.cancavusoglu.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder