30 Ocak 2013 Çarşamba

İLKOKUL ARKADAŞIM ARTIK ÜNLÜ BİR MÜZİSYEN: MURAT AZİRET

İstanbul, Yeşilköy’deki Halil Vedat Fıratlı İlkokulunu, denizin kenarında, ağaçlar altında mükemmel bir okuldu, hala da öyle. Ben o zamanlar yatılı okuyordum, babamla annem ayrılmış, annem çalışan tek kadın, kalp kırıklıklarının, itilmişliğin ve yalnızlığın üstünü, çocuk aklımla kurduğum yeni arkadaşlık bağlarıyla örtmeye çalıştığım günlerdi. Üzerinden on yıllar geçmesine rağmen o mükemmel senelerin ne izleri ne de anıları silindi. Sanki zamandan geriye bakan o ufacık pencerede, değişmeyen bir mevsim resmi gibiler.

Bu resmin içerisinde masum gözleri ve ufacık elleriyle bizleri selamlayan değerli arkadaşım Murat Aziret’in bir gün tanınmış bir müzisyen olacağını acaba hangimiz tahmin edebildik? Ta ki başarıları ve yükselişi gözlerimizi kamaştırana kadar… Şimdi bu söyleşiyle sizi değerli kardeşim, kadim dostum, ilkokul arkadaşım, önemli müzisyen Murat Aziret’le baş başa bırakıyorum.
 
 
Kemikleşmiş bir dinleyici kitlen var ve İstanbul müzik piyasasında tanınıyorsun, Metrosfer vasıtasıyla seninle ilk kez tanışacak bazı okurlarımızı bilgilendirmek açısından müzik geçmişinden biraz bahsedebilir misin?

Müziğe başlama hikayem aslında çok standart ve her bu işi yapan insanın benzer hikayesi gibi küçük yaşlarda vuku bulmuş bir hikaye : )) Sen de biliyorsun ki aslında müzik ve güzel sanatların her türlü dalı, sonradan başlanan şeyler değil, insanın içinde var olan ve kendini bilmeye ilk başladığın anlardan itibaren ki bu çocukluk dönemi oluyor, güzel sanatlarla olan haşır neşirlik ufak ufak ortaya çıkıyor! İşte, pek çoğumuzun hikâyesi de aynı ve standart! Çocuklukta başlar, sonra ilerleyen yıllarda seni kaplar ve artık hiç bir şey yapmak istemez hale gelirsin. Hele ki erken yaşlarında bir şekil sahne tozu da yutmuşsan.

Bizim nesil, 70'lerde çocukluğumuzu, 80'lerde de ergenliğimizi yaşadık. 70'ler Rock müziğinin, 80'ler de Dünya popüler müziğinin ivme yıllarıydı. Bir sürü değişik tarz ve akımın başlangıç yıllarıydı. Ben de işte ilk bu yıllarda müzikal hayatıma profesyonel olarak başladım. Ama şöyle bir handikabım vardı ki Dünya'da işler böyle gelişim içinde giderken, ülkemizde 80'ler, “piyanist şantör” olarak tabir edilen bir sürü insanın varlığı ve şöhretiyle geçmiştir! Yani eğlenceye yönelik müziklerin revaçta olduğu, orkestra kavramlarının bitmeye başladığı, alaturka ezgilerin arabesk versiyonlar halinde müziğe katılım yapmaya başladığı yıllardı o yıllar… Bu da ben ve benim gibi o dönem pek çok genç insanda şöyle bir ikilem yarattı. Michael Jackson, Phill Collins dinliyor ama Nejat Alp, Cengiz Kurdoğlu şarkıları söylüyorduk : )) Açıkçası ben profesyonel müziğe, dönemsel durum yüzünden ve tabi biraz da genç olmaktan kaynaklanan enerji ve cahil cesaretiyle piyanist şantör olarak başladım. Hatta öyle bile değil, bir arkadaşım çalıyordu, ben de söylüyordum. O zamanlar ritim box'lı klavyeler, davul makinaları falanlar filanlar daha yeni yeni piyasaya giriyor ve Cengiz Kurdoğlu, Metin Kaya, Nejat Alp, Atilla Kaya, Ümit Besen, Arif Susam gibi isimler ortalığı yıkıyorlardı… Biz de yeni girmişiz mevzulara, mecbur piyasa içine buralardan tutunuyorduk.

Velhasıl böyle başlayan kariyerim, kendi yeteneklerim, azmim ve çalışma gücümle, müziğe karşı duyduğum aşkla gelişti de gelişti… Ve bir gün sahnede Michael Jackson, Stevie Wonder şarkıları söyleyen bir grubum da oldu. Sonrasında Ajda Pekkan, Tarkan gibi isimlere hem sahne hem stüdyoda eşlik eder oldum, "Anadolu Ateşi Truva Gösterisi" gibi büyük bir projenin etnik vokallerinde de yer aldım, müzikale de çıktım, radyo ve televizyon reklam müzikleri de yaptım (En son Sütaş ayran reklam filminin sesi benimdir mesela). Buzuki Orhan dostumla iki yıl Grek müziği de yaptım, sayamayacağım kadar ünlü insanla, hem sahne hem de stüdyoda geri vokalde yer aldım, Caz müzisyenleriyle ortak konserlerim, projelerim de oldu, alaturkacı arkadaşlarımla fasıllarda da yer aldım, onu da yaptım, bunu da yaptım ve çok geniş bir yelpazede müzik yolculuğuma hep devam ettim! Bu kozmopolit yapıyı da her zaman çok sevdim! Çünkü zaten ruhumun kendisi böyle ve müzik de kendimi en iyi ifade eden yol olduğu için her şey benim ruhumla çok örtüştü…

Konservatuar eğitimi dersen, iki sene İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda bulunmuşluğum vardır : )) Sonra okulu bıraktım. Çünkü hem çalışıp hem de okumak beceri işi ve ben bunu açıkçası beceremedim. Gençken içki, para ve bol kadın olan gece çevrelerinde takılmak doğal olarak okuldan daha çekici geldi ve kariyerimin okul kısmı yürümedi. Ama o diplomanın eksikliğini de ilerleyen yıllarda hep yaşadım ve genç arkadaşlarıma da bu kendi yaptığım şeyi pek tavsiye etmiyorum diyeceğim, bu sefer de onlar bana "Oh! Sen keyfini yapmışsın, bize yapma diyorsun! " diyecekler haklı olarak : )) Yok öyle demiyorum tabi ki. Sadece, her şeyi zamanına göre yerleştirmelerini tavsiye ediyorum. Bir düzenleri olursa, hiç bir şeyi aksatmadan her bir şeyi yapabilirler! Benim kendimle ilgili en önemli eleştirim budur…

Mayıs 2012’de piyasaya Üç Adım Müzik etiketiyle çıkan ikinci solo albümün “Sahne Gibi”de Serdar Mumbuç ve Tolga Sunter ile çalıştın. İkinci albümün hikâyesi nedir? Ve sana müzikal açıdan ne ifade ediyor?

"Sahne gibi" albümümün hikâyesi ilginçtir… Çünkü en az 3 defa çöp yaptığım ön çalışmalar sonrası, tam 3 yıllık zorlu, para-pul sıkıntılarının yaşandığı bir dönemin ürünüdür bu albüm… İçinde çok değerli müzisyen dostlarımın emekleri vardır. Bahadır Tatlıöz, Tolga Sünter, Genco Arı, Serhan Yasdıman, Ayhan Günyıl, Erhan Seçkin, Deniz Beydili, Tuğba Önal, Sibel Gürsoy, Kağan Kurmuş, Cüneyt Yamaner, Çağdaş Oruç, Gökay Gökşen, Fehmi Alatan ve daha nice sevgili dostum, kardeşim bu işe benle birlikte el attılar. Hepsine Metrosfer vesilesiyle bir kez daha teşekkür etmek istiyorum! Adından da anlaşılacağı üzere güzel, sade, anlaşılır, abartılı sound’lar gütmeyen, çok kusursuz olmasına değil, canlı ve samimi tınlamasına özen gösterilmiş bir çalışmadır "Sahne gibi".
 
Hak ettiği yere gelebildi mi? dersen, tabi ki hayır : )) Çünkü bizim sektör ikiye ayrılır: 1 - Müzik için bir şeyler yapmaya, insanları doğru yönlendirmeye, bilinçlendirmeye çalışanlar ve 2 - Kimseyi ve müziği umursamaksızın sadece para ve şöhretle ilgili olanlar. İkinci bölümde yer alanların şansı her zaman daha fazla, yolları ve yöntemleri kısa ve basittir. Birinci bölümdekilerin yoluysa uzun ve çetrefilli, şansları da daha azdır. Finalde hiç bir şey elde edemeden öte tarafa göçenler, birinci bölümdeki şahsiyetler içinde daha fazladır mesela. Ama her iki bölümdekiler de zaten başka türlüsünü yapamadıkları için bu doğal sonuçları kabullenmişlerdir. Ben, galiba ilk bölüme dâhilim : )) Yani halen "Bilen biliyor!" olarak anılan ve çok tanınmayan kitledeyim... Devamlı yeni çalışmalar yapma niyetim olduğu için de aslında bunu fazla umursuyorum desem yalan olur. Tek derdim müzik yapmak; iyi müzisyenlerle her yerde, her ortam ve tarzda bir araya gelmek. Ayrıca yapılan her şeyi iyi veya kötü, arkamda bırakmayı başaran bir yapım olduğu için de bu albüm çok tanıtılamamış olsa bile inanın ben, “Bir sonrakinde ne yapsam acaba?" yı düşünür hale geçtim bile.
 

Bu sorunun cevabı kişilere göre değiştiği için sana da yöneltmek istiyorum; “Sahnede hiç unutamadığın bir anın var mı?”

Sevgili dostum, sahnede yaşadığım o kadar çok şey var ki, hangi biri öbüründen daha anlatılabilir, hemen bilemedim. Ama pek çoğu gerçekten sarhoş olduğum zamanlarda yaptığım şeylerle alakalı, itiraf ediyorum :)) Eskiden ciddi içki içerdim ve dışardan sadece sevimli ve komik olarak gözlemlenir, kendimi bozmazdım. Ta ki ertesi gün, o anları hatırlamadığım gerçeğiyle yüzleşene dek. Eskiden dediğim de 2-3 sene evveline kadar yani, öyle 15 yıl değil. Hele bir Ajda Pekkan Açıkhava Konseri vardır ki muhtemelen 2008 ya da 2009 yılında, o benim için efsanedir… Konser sonrası sabah 7'de uyandım ve kendime şöyle dedim "Dün gece ne oldu? Sahne nasıldı ve ben sahnede ne yaptım? " : )) Hiç bir şey hatırlamıyorum. Ajda Pekkan'la koskoca bir açıkhava konseri verilmiş, ben iki tane şarkıda öne çıkıp onunla birlikte düet söylüyorum, sahnede bir sürü enstantane olmuş, fakat gelin görün ki hiç bir şey hatırlamıyorum! Bu arada saat sabahın 7'si ve herkes uyuyor, sorabileceğim hiç kimse yok. Müzisyenler en az saat öğlen 1'lere, 2'lere kadar yatarlar… Ben kime soracağım şimdi bu sahneyi? Düştüm mü? Kalktım mı? Ne yaptım? Şarkıları nasıl söyledim? Ajda Hanım o halimi fark etti mi? Kovuldum mu? Ne oldu? Böyle düşüne düşüne öğlen saat 2’lere kadar öyle bir zaman geçirdim ki hiç sormayın : )) Sonra tabi arkadaşlarımdan gecenin sorunsuz geçtiğini öğrendim ve derin bir “Oh !” çektim… Bu olay, benim sahneyle ilgili en ilginç anılarımdan biridir… Aslında ders almam gereken bir durum olmasına rağmen ne üzücü ki bundan sonra da bir kaç kez sahneyi hatırlamaz hale gelene dek içtiğim oldu. Ama şimdi artık buna özen gösteriyorum, yaş 43, artık yeter : ))

Bu yaşadıklarından umarım okuyucularımız da ders çıkarmıştır. Peki, hayalinde kendi albümünü çıkarmak olan genç müzisyenlere 6 anahtar öğüdün olsa, bunlar neler oldurdu?

Eveeeet! Öğüt bölümü mü şimdi? : )) Hemen verelim o zaman; 1 - Öncelikle sevgili kardeşlerim; ne iş yaparsanız yapın, bunların hepsinin birer Dünya işi olduğunu unutmayın… İş için insan üzmeyin ve insan ezmeyin. 2 - Yaptığınız işle alakalı kendi kapasitelerinizi çok iyi tetkik edin ve bu kapasiteyi zorlayabileceğiniz kadar zorlayın. 3 - İşinizi yaparken hiç bir uyarıcı maddeye ihtiyaç duymayın, sadece kalbinize ve ruhunuza güvenin. 4 - Çalışmanız gerektiği kadar çalışın, işi fazla abartıp hayatı kaçırmayın, sevdiklerinizi yalnız bırakmayın. 5 - Gençken ve yalnız olduğunuz dönemlerde daha çok çalışın. Çünkü şunu bilin ki ilerleyen zaman içinde buna fazla fırsat bulmayacaksınız. Sevgililer, aile, çoluk çocuk, hepsi sizden zamanınızın bir bölümünü isteyecek ve kendinize çalışmaya zamanınız kalmayacak. Bu yüzden daha yolun başındayken 3-4 yıl kendinize yatırım yapın, bilgilenin, çalışın, sonraki 30-40 yıl da bunun ekmeğini yiyeceksiniz. 6 - Hayata ve sanata tek bir pencereden bakmayın. Alternatif düşüncelere ve işlere karşı tahammüllü olun.

Bu arada ben albüm olayını genç arkadaşlarımın o kadar da kafalarına takmamalarını tavsiye ediyorum. Albüm, sonuçta sanatçının kayıtlarını paylaşma durumudur. Bunu yapacak gücün yoksa sahnede yaparsın. Önemli olan “müzik yapmak” olmalı…

Aynı zamanda duyarlı bir aile babası olduğunu biliyorum, Türkiye’ye ve Dünya’ya kızının gözleriyle baksaydın neler görürdün?

Elif Haktan adında, 7 yaşında acayip tatlı bir kızım var… Zeki, fırlama, sevimli, çok konuşuyor ve algısı yüksek, hafızası diğer dişi varlıkların iki katı : )) Yani ilerde hayatına girecek adamlar biraz sıkıntı çekecekler gibi : )) Çünkü biliriz ya kadınlar hiç bir ayrıntıyı unutmaz, kızım sağ olsun ayrıntının da içindeki ayrıntıyı unutmuyor.

Türkiye ve Dünya’ya kızımın gözleriyle baksaydım her halde Türkiye’yi koca bir çöp kutusu olarak görürdüm. Çünkü biz gerçekten çok pis ve düzensiz bir ülkeyiz. Bazen Ağrı Dağı’nın tepesinde bile yere atılmış bir naylon torba, su veya bira şişesi olduğunu düşünüyorum. Kızımla bu pisliği devamlı konuşuyoruz mesela ve daha bu yaşında o da farkında. Elif’in gözleriyle ülkeye bakmak? Ülkenin diğer sorunlarını görsem bile yine de umut verir miydi acaba? Onun bir çocuk olduğunu düşünürsek tabii ki benden daha umutlu bir bakış olurdu bu… Ama yine de büyüdükçe, yaşadıkça, gördükçe, onun da benimkine benzer hayal kırıklıkları yaşayacağına eminim. Dünya’ya onun gözlerinden bakmaya kalksaydım, hemen buradan gitmek isterdim : )) Dünya çok güzel…

Ben, Elif Haktan’ı şimdiden sevdim. Peki, ilk akla gelen hobini ve bir fobini bizimle paylaşır mısın? Hobin açısından neler yapıyorsun? Ve fobin, özel hayatını nasıl etkiliyor?
En büyük hobim spor yapmak… Fırsat buldukça spor yapmaya çalışıyorum. Kilo vermek için değil, sağlıklı ve zinde hissedebilmek için. En büyük korkumsa gelecek korkusu. Mevcut düzenimin zedelenme ihtimali. Bu aslında çok da sağlıklı bir düşünce tarzı değil, biliyorum ama yıllar içinde müzisyenlik kaynaklı düzensiz hayat beni bu obsesif hale getirdi işte : )) Bununla ilgili devamlı da çabalıyor ve zihnimi düzeltmeye çalışıyorum. Zira çok da korkularıma esir olmayı sevmiyorum.

Gelecekle ilgili projelerini merak ediyoruz?

Gelecekle ilgili şu an en önemli projem kendi adıma bir underground grup oluşturup bu grubun adını ve piyasadaki yerini yükseltmek. Yani, yine kazıya kazıya bir şeyler başarma niyetim var. Galiba ben bunu seviyorum : )) Bu arada farklı müzikal tarzlarda, iyi müzisyen dostlarımla ortak çalışmalar yapmak, tekrar albüm kayıtları yapmak… Bu böyle uzar gider. İnsanın yapacağı işler bitmez. Bitti mi? Ömür biter : )) Bu arada eğitmenliğe de ağırlık verme niyetim var. Çünkü arkanızda bıraktığınız en önemli eserlerin güzel insanlar olduğuna inanıyorum. Eğitimi de sadece meslek eğitimi olarak görmüyorum. Ben, genç arkadaşlarımla tecrübelerimi paylaşmayı seviyorum. Onların dertlerini dinlemeyi, onların diliyle, onlarla konuşmayı seviyorum. Belki TRT’ye bir çocuk programı hazırlama durumum olabilir. Onu kafamda şekillendirmeye çalışıyorum. Böyle işte… Kısmet! Ben çalışmaya devam ediyorum : ))
 


Son olarak da, söyleşiyi toparlamak gerekirse, okurlarımıza bir mesaj vermek isteseydin bizimle ne paylaşmak isterdin?

Metrosfer okurlarına son olarak vermek istediğim bir kaç önemli mesaj var aslında… Unutmayın ki işler güçler geçicidir ama insan olma olgusu her şeyden daha değerli ve önemlidir. Kimsenin hakkına hukukuna girmeyin… Neye inanıyorsanız inanın ama inançlı olun... Hayatı kendinize ve çevrenizdekilere güzel kılmak için uğraşın, hayat kalitenizi arttırın, beğenilerinizi geliştirin… Dürüst ve güvenilir olun… İnsanlar size her bir şeylerini emanet edebilsinler, o derece güvenilir olmaya özen gösterin. Alternatif her fikre ve şekle saygılı ve tahammüllü olun. Unutmayın ki bu dünya sadece sizin için yaratılmadı, sadece sizin etrafınızda da dönmüyor. Ayrıca sanatla da ilgili bir kaç şey söylemek gerekirse, şunları da aklınızın bir köşesine yazın; müzik ve güzel sanatların hepsi esasen iş ya da meslek değil, bir yaşam biçimidir. Bakmayın insanlar bunu bu hale getirmişler. Eğer bir sanatçı ruhuna sahipseniz, o amatör ruhunuzu hiç bir zaman yitirmeyin, alçak gönüllü ve özgüvenli olun… Aslında daha bir sürü şey var da şimdilik her halde bu kadar yeterli: )) Sevgi ve saygılar herkese!

Sevgili dostum, beni okuyucularınla buluşturduğun için sana da çok teşekkürler ediyorum. Görüşmek üzere.

Murat Aziret’in “Sahne gibi” albümünden ilk çıkış şarkısı Yansın'ı izleyin.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder