Önce çok
şaşırdım. Böyle bir mektubu hiç beklemiyordum. Sonra mektupla beraber hayatın ta
kendisine içten bir lanet okudum. İnsanların başına bu tür acımasız olayları
getirdiği için. En yakın tanıklarından biri de bendim. Şimdi sizi bu
tanıklığıma dâhil edeceğim. İster misiniz? Bilmem. Ama en azından tarihe not
düşmek adına bence yerinde bir karar.
Mektup uzun
zamandır tanıdığım bir arkadaşımdan geliyordu. Muhlis’i ilk tanıdığımda
Şirinevler köprüsünde işporta kitap satarak geçimini sağlayan daha 18 yaşında
bir delikanlıydı. Memleketi Tatvan’dan 14 yaşında yola çıkmış ve soluğu
İstanbul’da almıştı. Ona, “ne tür bir cesaretle tek başına İstanbul’a geldiğini,
kimlerle tanıştığını, nerelerde yaşadığını ve başından neler geçtiğini” hiç
sormadım. Ama uzaktan da hep gıpta ettim. Verdiği mücadele ve başarısı,
İstanbul’a gelip de umutlarını kaybedip geri dönenlere örnek olmalıydı. Onun
sayesinde çevremdeki insanların hayata dair basit serzenişlerine gülüp
geçmesini öğrendim. Zorluk nedir? Farkında bile değillerdi.
Muhlis askere
gitti, bir süre oradan mektuplaştık. Antalya’da mutlu bir denizciydi. Dönüşünde
yeni işine başladı, artık tatlı yatmasını öğrenmişti. Kısa sürede bu konuda
usta ve bir meslek sahibi olarak kendini bir adım daha geliştirmişti. Her yolum
düştüğünde çalıştığı dükkândan bedava tatlılar, burmalar da cabası. Velhasıl
bir kızı sevdi, evlenecek, yuva kuracaklardı. Evini tuttu, tepeden tırnağa
döşedi ama maalesef kendisi Kürt kökenli olduğu için ona sevdiğini vermediler. İkinci
bir girişimi daha oldu, ondan da eli boş döndü. Çok ağladığını, beraber
ağladığımızı hatırlıyorum.
Muhlis
hatıralarımda, asla etliye sütlüye karışmayan, hep kavga ve tartışmadan uzak
duran, sigara haricinde hiçbir kötü alışkanlığını görmediğim, çalışkan,
sorumluluk sahibi, hedefleri olan, devamlı gülen, hayata hep pozitif bakan bir
sima olarak yer etti.
Silivri’den
yolladığı mektubun bazı bölümlerini sizinle paylaşmak da bana farz oldu.
İnsanlar duysunlar, bilsinler istiyorum. Türkiye’de ceza sistemi, mahkemeler
zaten malumunuz. Bir de bu vesileyle şahit olun.
İnsan
özgürlüklerinden kısıtlanıp gururu ayaklar altına alındığında, hasretlerin,
özlemlerin çok yoğun yaşandığı ama kalplerimizin hep özgürlük için çarptığı bu
esaret duvarları arasından sana kucak dolusu sevgi ve saygılarımı yolluyorum.
Sen de çok iyi
biliyorsun ki ben kanunsuz hiçbir iş yapmam, yapanla da işim olmaz. Sadece 3
telefon görüşmesinden (ki o da normal, günlük hayatta yapılan konuşma diyeyim)
24 Mart 2012’den bu yana tutukluyum. Bilmiyorum, hiçbir günahım, suçum olmadan
uyuşturucu ticaretinden yargılanıyorum. Aslında bunu bile yazmak o kadar zoruma
ve ağrıma gidiyor ki ama elden bir şey gelmiyor. Umarım bu da bana bir tecrübe
mi diyeyim hayatta başıma gelebilecek en kötü vaka mı olur bilmiyorum ama oldu.
Vicdanen rahatım ama yapmadığım, alakam olmadığı ve bilgim dışında gerçekleşen
bu olaylardan ötürü hapis yatmak inan çok zoruma gidiyor.
Sayın hocam, emin
olun hep aklımdaydınız. Sohbetlerimizde anlattığınız mikrokosmos ve karma’yı
şimdi daha iyi anlıyorum. Sonuçta Türkiye’de yaşıyoruz ve bir sabah erken
saatlerde, suçlu veya suçsuz olduğun fark etmiyor, polisler tarafından
gözaltına alınıp karga tulumba emniyete, tabii ki oradan da Silivri Ceza
Kampına konabilirsin. Hayatım boyunca adını bile tiksinerek telaffuz ettiğim
suçtan ceza evine düşmek beni alt üst etti. Allah büyük, 21 Şubat’taki
mahkememde beraat ya da tahliye bekliyorum.
İnan hocam ikimiz
de çok enteresanız. Hiç ummadığımız zamanlarda yollarımız kesişiyor. İkimiz de
çok gülüyoruz. Senin demenle bebekler günde 100 kez gülerken yetişkinler 5-10
defa gülüyormuş, mutluluğumuzu büyüdükçe kaybetmişiz. Bizim çok gülmemiz ise ne
biliyor musun? İnsanları seviyoruz, hayatı seviyoruz, derdimiz bir sıkıntımız
olsa bile gülerek geçiyoruz. Önemli olan da bu değil mi?
Aslında sana
yazacak o kadar notlar, cezaevi arkadaşlarımın günlük yaşantıları hakkında
bilgiler topladım ki, bunu bir dahaki mektubuma saklıyorum (bomba bomba bomba),
kesin roman olur, hem sen de iyi bir okur kitlesine ulaştırırsın. Çünkü burası
aynı askerlik gibi her yerden, her memleketten, her diyardan insan var. Aslında
her birinin hayat hikâyeleri ayrı ayrı ama hepsi de çok iyi insanlar.
Ben de dâhil hep
cezaevindeki insanlara, cezalarını tamamlayıp çıkanlara kötü gözle bakardık.
Ama inan hiç öyle değilmiş. Bazen konuşuyorsun, dertleşiyorsun herkesin ayrı
bir amacı, bir emeli ve bir hayalinin olduğunu görüyorsun. Anlayacağın tıpkı
benim gibi çok suçsuz insan var. Her an kendini dört duvar arasında
bulabilirsin.
Beni en son nasıl
gördüysen gene öyleyim hiç değişmedim; hala çocuksu, güler yüzlü, deli dolu,
hayatı seven ve her anından zevk alan, senin gibi dostları düşünerek geçiren
biriyim. Bak, ne diyeceğim, iddianamem geldi ya, şok oldum. İddianameyi
hazırlayan Cumhuriyet Savcısı’nın soyadı senin soyadınla aynı. Ne oluyor? Diye
duraksadım. Neyse, Allah büyük, bir gün mutlaka buradan çıkınca hayatıma
kaldığım yerden devam edeceğim. Her şeyin gönlünce olmasını dilerim.
Sevgi ve
saygılarımı sunarım,
Muhlis A.”
Muhlis, şimdi 30
yaşında ve neredeyse 1 yıldır tutuklu. Onun bu kaybolan 300 küsur gününün
hesabını, onun gibi ancak Allah’a havale edebiliyorum.
Ülkemizde “Suçu ispatlanana
kadar herkes masumdur”, sözü sadece film repliklerinde geçiyor. Sizler de bir
tanıdığınıza kefil olabilir, şirket ortaklığı kurabilir, kimliğiniz
kopyalanabilir ya da telefonunuz dinlenebilir, protesto etmek istediğiniz
konular, katıldığınız masumane eylemler olabilir, tutuklandığınız zaman sakın
polise böyle demeyin.
Gülünç duruma
düşersiniz.
www.cancavusoglu.info
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder