18 Ocak 2013 Cuma

SİLİVRİ'DEN MEKTUP VAR

Önce çok şaşırdım. Böyle bir mektubu hiç beklemiyordum. Sonra mektupla beraber hayatın ta kendisine içten bir lanet okudum. İnsanların başına bu tür acımasız olayları getirdiği için. En yakın tanıklarından biri de bendim. Şimdi sizi bu tanıklığıma dâhil edeceğim. İster misiniz? Bilmem. Ama en azından tarihe not düşmek adına bence yerinde bir karar.

Mektup uzun zamandır tanıdığım bir arkadaşımdan geliyordu. Muhlis’i ilk tanıdığımda Şirinevler köprüsünde işporta kitap satarak geçimini sağlayan daha 18 yaşında bir delikanlıydı. Memleketi Tatvan’dan 14 yaşında yola çıkmış ve soluğu İstanbul’da almıştı. Ona, “ne tür bir cesaretle tek başına İstanbul’a geldiğini, kimlerle tanıştığını, nerelerde yaşadığını ve başından neler geçtiğini” hiç sormadım. Ama uzaktan da hep gıpta ettim. Verdiği mücadele ve başarısı, İstanbul’a gelip de umutlarını kaybedip geri dönenlere örnek olmalıydı. Onun sayesinde çevremdeki insanların hayata dair basit serzenişlerine gülüp geçmesini öğrendim. Zorluk nedir? Farkında bile değillerdi.
Muhlis askere gitti, bir süre oradan mektuplaştık. Antalya’da mutlu bir denizciydi. Dönüşünde yeni işine başladı, artık tatlı yatmasını öğrenmişti. Kısa sürede bu konuda usta ve bir meslek sahibi olarak kendini bir adım daha geliştirmişti. Her yolum düştüğünde çalıştığı dükkândan bedava tatlılar, burmalar da cabası. Velhasıl bir kızı sevdi, evlenecek, yuva kuracaklardı. Evini tuttu, tepeden tırnağa döşedi ama maalesef kendisi Kürt kökenli olduğu için ona sevdiğini vermediler. İkinci bir girişimi daha oldu, ondan da eli boş döndü. Çok ağladığını, beraber ağladığımızı hatırlıyorum.

Muhlis hatıralarımda, asla etliye sütlüye karışmayan, hep kavga ve tartışmadan uzak duran, sigara haricinde hiçbir kötü alışkanlığını görmediğim, çalışkan, sorumluluk sahibi, hedefleri olan, devamlı gülen, hayata hep pozitif bakan bir sima olarak yer etti.
Silivri’den yolladığı mektubun bazı bölümlerini sizinle paylaşmak da bana farz oldu. İnsanlar duysunlar, bilsinler istiyorum. Türkiye’de ceza sistemi, mahkemeler zaten malumunuz. Bir de bu vesileyle şahit olun.
 
 
“Sayın Hocam,

İnsan özgürlüklerinden kısıtlanıp gururu ayaklar altına alındığında, hasretlerin, özlemlerin çok yoğun yaşandığı ama kalplerimizin hep özgürlük için çarptığı bu esaret duvarları arasından sana kucak dolusu sevgi ve saygılarımı yolluyorum.

Sen de çok iyi biliyorsun ki ben kanunsuz hiçbir iş yapmam, yapanla da işim olmaz. Sadece 3 telefon görüşmesinden (ki o da normal, günlük hayatta yapılan konuşma diyeyim) 24 Mart 2012’den bu yana tutukluyum. Bilmiyorum, hiçbir günahım, suçum olmadan uyuşturucu ticaretinden yargılanıyorum. Aslında bunu bile yazmak o kadar zoruma ve ağrıma gidiyor ki ama elden bir şey gelmiyor. Umarım bu da bana bir tecrübe mi diyeyim hayatta başıma gelebilecek en kötü vaka mı olur bilmiyorum ama oldu. Vicdanen rahatım ama yapmadığım, alakam olmadığı ve bilgim dışında gerçekleşen bu olaylardan ötürü hapis yatmak inan çok zoruma gidiyor.
Sayın hocam, emin olun hep aklımdaydınız. Sohbetlerimizde anlattığınız mikrokosmos ve karma’yı şimdi daha iyi anlıyorum. Sonuçta Türkiye’de yaşıyoruz ve bir sabah erken saatlerde, suçlu veya suçsuz olduğun fark etmiyor, polisler tarafından gözaltına alınıp karga tulumba emniyete, tabii ki oradan da Silivri Ceza Kampına konabilirsin. Hayatım boyunca adını bile tiksinerek telaffuz ettiğim suçtan ceza evine düşmek beni alt üst etti. Allah büyük, 21 Şubat’taki mahkememde beraat ya da tahliye bekliyorum.

İnan hocam ikimiz de çok enteresanız. Hiç ummadığımız zamanlarda yollarımız kesişiyor. İkimiz de çok gülüyoruz. Senin demenle bebekler günde 100 kez gülerken yetişkinler 5-10 defa gülüyormuş, mutluluğumuzu büyüdükçe kaybetmişiz. Bizim çok gülmemiz ise ne biliyor musun? İnsanları seviyoruz, hayatı seviyoruz, derdimiz bir sıkıntımız olsa bile gülerek geçiyoruz. Önemli olan da bu değil mi?
Aslında sana yazacak o kadar notlar, cezaevi arkadaşlarımın günlük yaşantıları hakkında bilgiler topladım ki, bunu bir dahaki mektubuma saklıyorum (bomba bomba bomba), kesin roman olur, hem sen de iyi bir okur kitlesine ulaştırırsın. Çünkü burası aynı askerlik gibi her yerden, her memleketten, her diyardan insan var. Aslında her birinin hayat hikâyeleri ayrı ayrı ama hepsi de çok iyi insanlar.

Ben de dâhil hep cezaevindeki insanlara, cezalarını tamamlayıp çıkanlara kötü gözle bakardık. Ama inan hiç öyle değilmiş. Bazen konuşuyorsun, dertleşiyorsun herkesin ayrı bir amacı, bir emeli ve bir hayalinin olduğunu görüyorsun. Anlayacağın tıpkı benim gibi çok suçsuz insan var. Her an kendini dört duvar arasında bulabilirsin.
Beni en son nasıl gördüysen gene öyleyim hiç değişmedim; hala çocuksu, güler yüzlü, deli dolu, hayatı seven ve her anından zevk alan, senin gibi dostları düşünerek geçiren biriyim. Bak, ne diyeceğim, iddianamem geldi ya, şok oldum. İddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı’nın soyadı senin soyadınla aynı. Ne oluyor? Diye duraksadım. Neyse, Allah büyük, bir gün mutlaka buradan çıkınca hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim. Her şeyin gönlünce olmasını dilerim.

Sevgi ve saygılarımı sunarım,
Muhlis A.”

Muhlis, şimdi 30 yaşında ve neredeyse 1 yıldır tutuklu. Onun bu kaybolan 300 küsur gününün hesabını, onun gibi ancak Allah’a havale edebiliyorum.
Ülkemizde “Suçu ispatlanana kadar herkes masumdur”, sözü sadece film repliklerinde geçiyor. Sizler de bir tanıdığınıza kefil olabilir, şirket ortaklığı kurabilir, kimliğiniz kopyalanabilir ya da telefonunuz dinlenebilir, protesto etmek istediğiniz konular, katıldığınız masumane eylemler olabilir, tutuklandığınız zaman sakın polise böyle demeyin.

Gülünç duruma düşersiniz.
www.cancavusoglu.info

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder