Ünlü bir petrol şirketinin,
şehrin en şık gökdeleninin 40. katındaki toplantı salonundayız. Kelli felli,
takım elbiseli beyin takımı, en pahalı deriden özel yapım koltuklarda,
ellerinde viski, ekrandaki sunuma pür dikkat dinlemekteler. Füsun, yaşamı
boyunca karşısına çıkan her türlü kariyer engelini karşı dimdik ayakta durmayı
başarmış, masadaki tek iş kadını, aynı zamanda şıklığı ve gözlerindeki yaşam
ışıltısıyla diğerlerinden hemen ayrılmakta. Bir süre sonra telefonuna bir mesaj
geldiğini hatırlatan kırmızı ışığın yanıp sönmesiyle eli isteksizce telefonuna
doğru kayar.
- Neden
cevap vermiyorsun?
- Çok
önemli bir toplantıdayım.- Konuşmalı hatta görüşmeliyiz. Acil? Şimdi?
- İmkânsız.
- Sana yalvarıyorum…
- Buradan yaz.
- Hastayım, ölüyorum.
- Saçmalama…
- Bu konu seni de ilgilendiriyor.
Yüzü sapsarı, Füsun yavaşça koltuğundan kalkar ve masada kendisini izleyen
şaşkın bakışların arasından pencereye doğru yönelir. Gözlerini kaparken
havalandırmanın kulpunu açar. Yaşam, kariyer ve aşk onunla beraber bir anda toplantıyı
terk ederler.
İstanbul
Taksim’in en popüler gey kafelerinden
birinden sokağa mutluluk dolu kahkahalar yükselmektedir. Bir tek herkesten
uzak, loş köşede oturan iki kişi, eğlenceli, güllümlü kalabalığın arasında amaçsızca
durmaktadır. Onların bu sessizliği, zamanın akıp giden her dakikasında diğerlerinin
anlamsız gürültülerine karışır. Yaşça büyük olan, çoktan soğumuş kahvesinden boğazında
düğümlenmiş kelimeleri ıslatmak adına büyükçe bir yudum alır.
- Şimdi
ne yapacaksın?
- Bilmiyorum,
bilmek de istemiyorum.- Ailenle konuştun mu?
- Deli misin sen? Direk kapı önüne korlar.
- Beraber olduklarına dürüst davranmalısın.
- Korkuyorum.
- Peki, ben ne yapabilirim?
- Ölmek istiyorum. Yardım eder misin?
- Hadi be…
- Gerçekten.
Samsun
Sevinç çığlıkları
doğumhanenin kalabalık koridorları boyunca yankılanır. Birbirine sarılanlar,
tebrik edenler, hediyeler, çiçekler ve mutluluk gözyaşları… Sarışın, uzun boylu
güzel hemşire, gülümseyerek henüz bir günlük çocuğu Nigar’ın kollarına
usulca bırakır. Bebek yavaşça gözlerini aralar ve yüzünde bir tebessümle
annesine sanki bir şeyler söylemeye çalışır gibi dudaklarını oynatır.
- Beni
niye doğurdun?
- Yaşaman
gerekiyordu, bir süreliğine de olsa bu dünyayı görmelisin.- Çok acı çekecek miyim?
- Bilmiyorum.
- Sen gittikten sonra bana kim bakacak?
- Anneannen var, sen orasını merak etme.
- Ya babam?
- Babanı hiç tanımadım.
- Peki, adım ne benim?
- Umut.
Antalya
- Benim
de kafamı kırsana.
- Başka
şırınga yok ki!- Olsun, zaten ölmüşüm, ha bugün, ha yarın.
- Emin misin?
- Lütfen…
Genç çocuk, derme
çatma tek gözlü bir gecekonduda, soğuktan titreyen elleriyle isteksizce
malzemeleri hazırlamaya koyulur.
Hepimiz bir gün öleceğizKanser, kalp krizi, şeker,
Trafik kazası, yangın, deprem,
Sel, savaş, cinayet,
Ve belki de AIDS.
Bu tabağa az kurusundan isteyemeyiz.
Çünkü ortaya bazen de karışık gelir.
Ama eğer bir gün hayat sınavında,
“Nasıl ölmek istersin?” sorusuyla karşılaşırsak,
Düşünmeden “E. Huzur içinde”, şıkkını karalarız.
AIDS için de umutlar tükenmedi.
Bu önemli günde sizden ricam;
Sevdiklerinizi her an kaybedecekmiş gibi,
İçinizdeki o insanoğlu insan adına,
Yakanızda basit bir kırmızı kurdele ile
Kendini erkenden tüketenlere destek olun,
Ve tüm Dünya’ya yalnız olmadıklarını haykırın.
Pozitif Yaşam Derneği: www.pozitifyasam.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder