15 Aralık 2012 Cumartesi

ASKERDE ADAMA NASIL FORMAT ATILIR?

Komutanım?
Söyle.
Şimdi bu PKK’lılar ölüyor ya cehenneme gidiyorlar.
Evet.
Biz de ölünce cennete gidiyoruz.
Doğru.
Peki ya orda da savaşmaya devam edersek? Ve bunun sonu hiç gelmezse.
Ne diyorsun oğlum sen?
Ya, ben öldüm diyelim, siz de öldünüz ve cennette gene benim Komutanımsınız, orda da savaşıyoruz.
(Sessizlik)
Bilmem... Olabilir aslında, mantıklı.
O zaman belki biz cennetteyiz.

Hayatta gerçekliğin anlamını yitirdiği anlar da vardır. Sizi bu tür karmaşık ve aldatıcı ruh hallerinin tam başlangıcına yani filmin daha fikir aşamasındaki en yalın haline götürmek istiyorum. Filmin ana fikri; eğer bir insanı ölmüş olduğuna inandırırsanız o zaman ne ölümden korkar, ne karnı acıkır, ne uykusuzluk çeker, ne de yorulma bilir. Çünkü ölüdür. Geriye sadece programlandığı işi yapmak kalır; savaşmak.

Askerliğini Güneydoğuda yapmış olanların anılarını belki dinlemiş, bu konuda yazılan kitapları okumuş, güzel ve gerçekçi filmler izlemiş olabilirsiniz. Ama sürecin psikolojik boyutunu hiç düşündünüz mü? Bu yazımda askerlikteki pek çoğumuza mantıksız gelen ama sistem açısından oldukça mantıklı beyin formatlama yöntemlerini anlatacağım.

Askerler neden bütün gün ot yolarlar?
Bir taş parçasını sabahtan akşama kadar taşımanın mantığı nedir?
Bir asker, ağaç karşısında yüzlerce kere selam verirse ağaç ne hisseder?

Bu ve benzeri eylemlerin hiçbiri ceza veya askere işkence olsun diye yaptırılmaz. Arkasında daha önemli bir mantık silsilesi yatmaktadır. Değişik şehirlerden, farklı kültürlerden ve eğitim seviyelerinden gelmiş binlerce askerden oluşan bir topluluk düşünün. Bu topluluk içerisindeki bireyler, askerlik öncesi hayatlarında birer haylaz, hırsız, kumarbaz, madde bağımlısı, yalancı olduğu gibi tembel, mızmız, anasının kuzusu veya çok akıllı, atak, cesur ve korkusuz olabilirler. İlk bakışta bunları birbirinden ayırmanızın imkânı yoktur, sonuçta konu askerliktir ve yapılacaktır.
İşe takometreyi sıfırlamakla başlanır. Takometreyi sıfırlamaktan kastım kişinin bu zamana kadar öğrendiği kötü alışkanlıklarından, uygunsuz düşüncelerinden ve eylemlerinden arındırılması sürecidir. Kişinin bilincine ve özüne kısaca format atmaktır. Böylece asker, verilen emirlerin arkasında bir mantık veya soru işareti aramaksızın komutu yerine getirir. Bunu yapmak için de önceden oluşturulmuş olan kişisel mantığının ortadan kaldırması gerekir. En basit ve başarılı yolu ise tam tersi işlemlere maruz bırakarak mantığın oto-kontrolünü ortadan kaldırmaktır. Genelde askerliğin ilk ayı böyle geçer, uygulama süresi kişiye göre değişir ve zaman alır. Emek gerektirir.

Takometre sıfırlandıktan sonra (ne kadar becerilirse artık) bu sefer de kişinin karakterine ve bilincine yeni davranış şekilleri ve neden-sonuç ilişkileri yüklenmek gelir. Yalan söylemeyeceksin, çalmayacaksın, dürüst olacaksın, elindekini paylaşacaksın, güçsüzü kollayacaksın, çoraplarını yıkayacaksın, botlarını boyayacaksın, banyo yapacaksın, her sabah erken kalkıp yatağını düzelteceksin, kavga etmeyeceksin, komutanının emirlerine harfiyen uyacaksın ve daha pek çok kavram ve davranış şekilleri kişiye sil baştan yüklenir. Haykırarak söylenen marşlarla askerlik bilinci ve vatana bağımlılık duyguları pekiştirilir.
Türküm ben, komandoyum,
Oğuz neslidir soyum,
Yeryüzünü titreten Fatih’lerin oğluyum.

Komando için ise işler biraz farklıdır. Bilinç güncelleme ve yeniden yapılandırma çalışması biraz daha ileri boyuta taşınır. Askerler saatlerce ve uzun mesafeler boyunca yürütülür, buna intikal denir. İntikallerin en kısası bir gündür. Siz hiç bir tam gün boyunca hem de uyumadan yürüdünüz mü? İnsan vücudu öyle bir mekanizmadır ki sınırlarını kavradığınızda kendiniz bile şaşarsınız. En zor koşullarda, en ağır eğitimlerden geçen komandolar artık öyle bir kıvama gelmiştir ki bilinç yapılandırmanın son evresine geçilir.
Buna ben “Superman” psikolojisi diyorum. Kişi kendisini o kadar güçlü, korkusuz, o kadar çevik ve yenilmez hisseder ki artık ölümden korkmamaya başlar. Günlerce aç susuz kalabilir, öldürmek için elleri dâhil her türlü silahı kullanır, en beklenmedik arazi ve hava koşuluna adapte olabilir ve sonunda hayatta kalmayı başarır.

Artık yenilmezdir…
Eğitim son haftasında şirin sigortacılar belirir, çok içten ve sevecen davranırlar.  Amaçları Hayat Sigortası satmaktır. Tereddüt etmeden imzalar atılır. Ve o imza ile aslında bilinçte kalan son pürüz de törpülenip atılmış olur. Bir basit imza ile aslında kişi ölümünü kabullenir.

Tabi bir Tim komutanı olarak bu tür bir eğitimden sonra elinizden geldiğince timinizdeki o çocukların eksik kalan bilgilerini kişisel çabalarınızla tamamlamaya çalışırsınız. Çünkü tiyatro sona ermiş gerçek askerlik başlamıştır. Artık dağda, bir operasyonda, teröristlerin peşindesinizdir. Kurşunlar gerçektir, el bombaları da. Bir süre sonra fark edersiniz ki aslında onlar da kendi mantıklarında sizin gibi çoktan ölümü seçmiş birer Superman’dir.
Bundan sonrasında, her şey kazasız belasız biterse askerler teskerelerini alır. Ailelerine, sevenlerine kavuşur. Fiziksel olarak her şey yolundadır, mutlu bir son gibi gözükse de yaşananların arkasındaki psikolojik sarsıntı pek gün yüzüne çıkmaz. Bir ay öncesine kadar Superman olduğuna inanmış birinin gerçek hayata uyum sağlaması yıllar sürecektir (Vietnam Sendromu ya da diğer nazik adıyla Post Travmatik Stres Bozukluğu). Birer ölüm makinasına dönüştürülen bireylerin kimisi avukattır, öğretmendir, benim gibi yazardır, esnaftır, kimisi taksicidir, elektrikçi ya da balıkçıdır. Her an patlamaya hazır pimi çekilmiş bir saatli bombanın “tık tık” sesleri arasında hayatımıza karışır, gözden kaybolurlar. Asıl dünyanın korktuğu da Türkiye’nin bu görünmez ordusudur.

Size basit bir matematik hesabı yapacağım, ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Eğirdir Dağ Komando okulunda yılda üç dönem vardır. Her dönemin sonunda yaklaşık 400 Yedek Subay mezun olur ve hemen hepsi, birer time Komutan olarak atanır. Bir timde komuta ettikleri asker sayısı ortalama 16-18 arası değişir. Yılda 1.200 Tim eder yaklaşık 20.00 asker. 1990’dan 2010’a kadar, yaş aralığı 20-40 olan 400.000 kişi düşünün.

Komutanım, mağaraya ilk ben gireyim.
Neden?
Hüso’nun geçen hafta oğlu oldu.
Tamam, kurşungeçirmez yeleği giy.
İçerisi dar ama rahat edemem.
Giy lan!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder