14 Kasım 2012 Çarşamba

KOCA UZAYDA TEK BAŞINA MIYIZ?

Birleşik Gezegenler Federasyonu içerisinde seyahat eden ve öncelikle Dünya ve tüm Federasyonu düşmanlarına karşı koruyan Atılgan Yıldız Gemisi ve birbirinden farklı uygarlıklardan oluşmuş mürettebatıyla yapılan yolculuklar, keşfedilen yeni galaksiler ve nefesimizi kesen maceraları hatırlarsınız. Uzay yolu dizisi, aslında bir bilim kurgu olmasına rağmen dünya dışı varlıkların yaşadığına dair inancımız, bunun bilinçaltımızda pek “Kurgu” olarak kalmasına izin vermez. Koskoca bir evrende yalnız olmadığımızı ispatlamak adına teleskoplar inşa eder, boşluğa sinyaller gönderir ve gelecek cevapları sabırla bekleriz. Nedense hayal ettiğimiz bu uzaylılar hep bizden teknoloji olarak ileridedirler ve binlerce yıldır Dünya’mızı ziyaret etmekte, hatta Sümer, Maya ve Mısır medeniyetlerinin kurucuları olarak gösterilmektedirler. Dünya dışı varlıklar tarafından kaçırılan ve karmaşık deneylere tabi tutulan insanların hikâyeleri ise kitaplara, filmlere ve dizilere konu olur.

Google’a -Alien (Uzaylı)- yazıldığımızda 325 milyon sonuçla ve birbirinden şaşırtıcı 269 milyon resimle karşılaşırız.

Peki, sanılanın aksine yaşam, bu koskoca evrende sadece bizim Dünya’mızda varsa?

“Ender Bulunan Dünya Teoremi” tam da bunu savunur; Dünya’mız ve içinde bulunduğu yaşam koşulları o kadar mükemmel bir bileşenler bütünüyle oluşturulmuştur ki bizimkine benzer başka bir gezegenin varlığı, ihtimal dâhilinde bile olsa mucize sayılır.

GÜNEŞ
Bu bileşenlerden ilki ve belki de en önemlisi hiç kuşkusuz Güneştir. Sahip olduğu çekim gücü sayesinde Dünya’yı tam da olması gereken konumda tutar. Eğer daha yakınımızda olsaydı okyanus suları buharlaşacak, uzaklığında ise buz devrine yakın bir iklim kuşağında yaşıyor olacaktık. Dolayısıyla Güneş, Dünya’mızdaki her tür canlının yaşamasını sağlayan, ortak ısıyı üreten yaşamın asıl kaynağı görevini görür. Güneşin hesaplanan yaşam ömrü ise bizi daha uzun süre ısıtacağını işaret etmektedir.

AY
Mars büyüklüğünde bir kütlenin Dünya’ya çarpmasıyla kendi ekseninde, tam da olması gereken hızda dönmeye başlar ve bu çarpışma sonucunda uydumuz Ay oluşur (Büyük Çarpma Teorisi). Dünya’nın ekseni etrafında dönmesi ise gün içerisinde yaşanan sıcaklık değişimleri ve bitkilerin fotosentezi açısından önemlidir. Ay ise gel/git oluşumu sayesinde Dünyanın kendi etrafında dönme hızını belirler. Eğer Ay olmasaydı Dünya’nın dönüş süresi 4 saat kısalacak, gündüz ve gece uzunlukları birbirinden farklı olacaktı. Aynı zamanda bir tane Ay vardır, kütlesi ise tam da olması gereken ölçüdedir. Eğer Mars gezegenindeki gibi iki Aya sahip olsaydık Dünya’da yaşam çok daha farklı olacaktı.

JÜPİTER
Jüpiter’in çekim gücünü de aynı teori içerisinde önemli bir faktördür. Jüpiter’in bulunduğu konum ve Dünya’dan 300 kat güçlü çekim gücü sayesinde Dünya’ya çarpma riski olan her türlü göktaşının eksenini değiştirerek ve hızını yavaşlatarak bizi bir asteroit bombardımanından korur. İlk defa 1770’de keşfedilen ve Güneş çevresinde dönüşünü 6 yılda bir tamamlayan Lexell Kuyrukluyıldızı bunun ilk örneğidir. Bu kuyrukluyıldız, ilk tespit edildiğinde Dünya’ya sadece bizim Aya olan uzaklığımızın 6 katı mesafede seyrederken, yörüngesinden her geçen 6 yıllık döngüsünde biraz daha uzaklaşmıştır. Bu ve benzeri gök cisimlerinin Dünya’mızdan uzak tutan ise Jüpiter’in bizi koruyan güçlü etkisidir.

ATMOSFER
Dördüncü önemli faktör atmosfer ve atmosferi oluşturan katmanlardır. Bu katmanlar Dünya’yı öncelikle Güneşin yaymış olduğu zararlı ışınlardan korumanın yanı sıra atmosfere giren kuyrukluyıldız, meteor ve diğer yabancı cisimlerin 1,650 derece ısıyla erimesini sağlar (Yıldız Kayması). Ayrıca atmosfer katmanlarını olması gereken yükseklikte tutan gene Dünya’nın kütlesi ve dolayısıyla çekim gücüdür, eğer Dünya’mız daha küçük veya büyük olsaydı böyle nadir bir atmosfere sahip olamayacaktık.

Atmosferimiz yapısı itibariyle pek çok gazın bileşiminden oluşur. Bu gazlardan nitrojen 78%’le en büyük orana sahiptir, oksijen 21% ile ikinci sıradadır. Diğer gazlar ise metan, helyum, kripton, hidrojen, neon, argon ve karbondioksittir. Bu gazların birbiriyle olan uyumu öncelikle bizlerin rahat nefes almasını sağlar. Yeryüzünde yaşanan önemli bir döngü olan Karbon-Silikat Döngüsü ise atmosferin istenen dengede kalmasına yardımcı olur. Özetle; volkanlar, yer kabuğundaki çatlarlar ve bitkilerden havaya salınan karbondioksit ve diğer gazlar atmosferin ısınmasına yol açar. Atmosferin aşırı ısınması ise beraberinde yağmurları tetikler, böylece karbondioksit ve diğer gazlar gerisin geriye toprağa karışırlar. Karalardan denizlere taşınan bu gaz ve mikroorganizmaların deniz tabanından emilimiyle Karbon-Silikat Döngüsü kaldığı yerden devam eder.

Bu ve daha pek çok karmaşık özellik, Dünya’yı eşine az rastlanır, bizlere de ev sahipliği yapan bir gezegen konumuna getirmektedir. Yakın zamanda Meksika körfezinde keşfedilen, çoğunluğu su altında kalmış Chicxulub Krateri ile Dünya’mıza ait çok önemli bir geçmiş daha gün yüzüne çıkmıştır. Bu krateri oluşturacak büyüklükte devasa bir meteorun Dünya’ya çarpması sonucu yükselen toz ve sülfür bulutu önce güneşi engellemiş, sonrasında afetlerle Dünya üzerindeki yaşamın 70%’inin yok olmasına sebep olmuştur. Aslında bu çarpma, bir yandan dinozorların devrini sona erdirirken insanoğlunun hâkim olduğu yeni bir çağın da önünü açmıştır. Sonrasında değişen ekosisteme uygun yeni bitkiler ve canlılar türemiş, Dünya bugünkü halini almıştır.

Benzer bir felaketle tekrar karşılaşabilir miyiz? Evet, olasıdır. Bu da beraberinde insanlığın sonunu getirebilir. Ama değişmeyen tek gerçek; Dünya’nın bir gezegen olarak yaşamaya devam edeceğidir. Oluşan yeni yapıya ve bileşenlere göre bu sefer daha farklı canlı türleri üreyecek, belki yeni ırklar ortaya çıkacaktır.

Dünya’mız özeldir ve bu özelliğinden dolayı milyonlarca yıldır kendisini korumasını bilmiştir.

www.cancavusoglu.info

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder