Birleşik
Gezegenler Federasyonu içerisinde seyahat eden ve öncelikle Dünya ve tüm
Federasyonu düşmanlarına karşı koruyan Atılgan Yıldız Gemisi ve birbirinden
farklı uygarlıklardan oluşmuş mürettebatıyla yapılan yolculuklar, keşfedilen
yeni galaksiler ve nefesimizi kesen maceraları hatırlarsınız. Uzay yolu dizisi,
aslında bir bilim kurgu olmasına rağmen dünya dışı varlıkların yaşadığına dair
inancımız, bunun bilinçaltımızda pek “Kurgu” olarak kalmasına izin vermez. Koskoca
bir evrende yalnız olmadığımızı ispatlamak adına teleskoplar inşa eder, boşluğa
sinyaller gönderir ve gelecek cevapları sabırla bekleriz. Nedense hayal
ettiğimiz bu uzaylılar hep bizden teknoloji olarak ileridedirler ve binlerce
yıldır Dünya’mızı ziyaret etmekte, hatta Sümer, Maya ve Mısır medeniyetlerinin
kurucuları olarak gösterilmektedirler. Dünya dışı varlıklar tarafından
kaçırılan ve karmaşık deneylere tabi tutulan insanların hikâyeleri ise
kitaplara, filmlere ve dizilere konu olur.
Google’a
-Alien (Uzaylı)- yazıldığımızda 325 milyon sonuçla ve birbirinden şaşırtıcı 269
milyon resimle karşılaşırız.
Peki,
sanılanın aksine yaşam, bu koskoca evrende sadece bizim Dünya’mızda varsa?
“Ender
Bulunan Dünya Teoremi” tam da bunu savunur; Dünya’mız ve içinde bulunduğu yaşam
koşulları o kadar mükemmel bir bileşenler bütünüyle oluşturulmuştur ki bizimkine
benzer başka bir gezegenin varlığı, ihtimal dâhilinde bile olsa mucize sayılır.
GÜNEŞ
Bu bileşenlerden ilki ve belki de en önemlisi hiç kuşkusuz Güneştir. Sahip
olduğu çekim gücü sayesinde Dünya’yı tam da olması gereken konumda tutar. Eğer
daha yakınımızda olsaydı okyanus suları buharlaşacak, uzaklığında ise buz devrine
yakın bir iklim kuşağında yaşıyor olacaktık. Dolayısıyla Güneş, Dünya’mızdaki
her tür canlının yaşamasını sağlayan, ortak ısıyı üreten yaşamın asıl kaynağı
görevini görür. Güneşin hesaplanan yaşam ömrü ise bizi daha uzun süre ısıtacağını
işaret etmektedir.
AY
Mars büyüklüğünde bir kütlenin Dünya’ya
çarpmasıyla kendi ekseninde, tam da olması gereken hızda dönmeye başlar ve bu
çarpışma sonucunda uydumuz Ay oluşur (Büyük Çarpma Teorisi). Dünya’nın ekseni
etrafında dönmesi ise gün içerisinde yaşanan sıcaklık değişimleri ve bitkilerin
fotosentezi açısından önemlidir. Ay ise gel/git oluşumu sayesinde Dünyanın
kendi etrafında dönme hızını belirler. Eğer Ay olmasaydı Dünya’nın dönüş süresi
4 saat kısalacak, gündüz ve gece uzunlukları birbirinden farklı olacaktı. Aynı
zamanda bir tane Ay vardır, kütlesi ise tam da olması gereken ölçüdedir. Eğer Mars
gezegenindeki gibi iki Aya sahip olsaydık Dünya’da yaşam çok daha farklı
olacaktı.
JÜPİTER
Jüpiter’in çekim gücünü de aynı teori içerisinde önemli
bir faktördür. Jüpiter’in bulunduğu konum ve Dünya’dan 300 kat güçlü çekim gücü
sayesinde Dünya’ya çarpma riski olan her türlü göktaşının eksenini değiştirerek
ve hızını yavaşlatarak bizi bir asteroit bombardımanından korur. İlk defa 1770’de
keşfedilen ve Güneş çevresinde dönüşünü 6 yılda bir tamamlayan Lexell Kuyrukluyıldızı
bunun ilk örneğidir. Bu kuyrukluyıldız, ilk tespit edildiğinde Dünya’ya sadece bizim
Aya olan uzaklığımızın 6 katı mesafede seyrederken, yörüngesinden her geçen 6
yıllık döngüsünde biraz daha uzaklaşmıştır. Bu ve benzeri gök cisimlerinin
Dünya’mızdan uzak tutan ise Jüpiter’in bizi koruyan güçlü etkisidir.
ATMOSFER
Dördüncü önemli faktör atmosfer ve atmosferi
oluşturan katmanlardır. Bu katmanlar Dünya’yı öncelikle Güneşin yaymış olduğu
zararlı ışınlardan korumanın yanı sıra atmosfere giren kuyrukluyıldız, meteor
ve diğer yabancı cisimlerin 1,650 derece ısıyla erimesini sağlar (Yıldız
Kayması). Ayrıca atmosfer katmanlarını olması gereken yükseklikte tutan gene
Dünya’nın kütlesi ve dolayısıyla çekim gücüdür, eğer Dünya’mız daha küçük veya
büyük olsaydı böyle nadir bir atmosfere sahip olamayacaktık.
Atmosferimiz
yapısı itibariyle pek çok gazın bileşiminden oluşur. Bu gazlardan nitrojen 78%’le
en büyük orana sahiptir, oksijen 21% ile ikinci sıradadır. Diğer gazlar ise metan,
helyum, kripton, hidrojen, neon, argon ve karbondioksittir. Bu gazların
birbiriyle olan uyumu öncelikle bizlerin rahat nefes almasını sağlar. Yeryüzünde
yaşanan önemli bir döngü olan Karbon-Silikat Döngüsü ise atmosferin istenen dengede
kalmasına yardımcı olur. Özetle; volkanlar, yer kabuğundaki çatlarlar ve
bitkilerden havaya salınan karbondioksit ve diğer gazlar atmosferin ısınmasına yol
açar. Atmosferin aşırı ısınması ise beraberinde yağmurları tetikler, böylece
karbondioksit ve diğer gazlar gerisin geriye toprağa karışırlar. Karalardan
denizlere taşınan bu gaz ve mikroorganizmaların deniz tabanından emilimiyle Karbon-Silikat
Döngüsü kaldığı yerden devam eder.
Bu ve
daha pek çok karmaşık özellik, Dünya’yı eşine az rastlanır, bizlere de ev
sahipliği yapan bir gezegen konumuna getirmektedir. Yakın zamanda Meksika
körfezinde keşfedilen, çoğunluğu su altında kalmış Chicxulub Krateri ile Dünya’mıza
ait çok önemli bir geçmiş daha gün yüzüne çıkmıştır. Bu krateri oluşturacak
büyüklükte devasa bir meteorun Dünya’ya çarpması sonucu yükselen toz ve sülfür bulutu
önce güneşi engellemiş, sonrasında afetlerle Dünya üzerindeki yaşamın 70%’inin
yok olmasına sebep olmuştur. Aslında bu çarpma, bir yandan dinozorların devrini
sona erdirirken insanoğlunun hâkim olduğu yeni bir çağın da önünü açmıştır. Sonrasında
değişen ekosisteme uygun yeni bitkiler ve canlılar türemiş, Dünya bugünkü
halini almıştır.
Benzer
bir felaketle tekrar karşılaşabilir miyiz? Evet, olasıdır. Bu da beraberinde
insanlığın sonunu getirebilir. Ama değişmeyen tek gerçek; Dünya’nın bir gezegen
olarak yaşamaya devam edeceğidir. Oluşan yeni yapıya ve bileşenlere göre bu
sefer daha farklı canlı türleri üreyecek, belki yeni ırklar ortaya çıkacaktır.
Dünya’mız
özeldir ve bu özelliğinden dolayı milyonlarca yıldır kendisini korumasını bilmiştir.
www.cancavusoglu.info
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder